SON DAKİKA
Hava Durumu

BİR TİYATRO SEYİRCİSİNİN ANILARI

Çocukluk yıllarında İzmir’de başlayan ve Ankara ile Bursa’da şekillenen tiyatro yolculuğuna dair içten bir anlatı. Devlet tiyatrolarının altın çağından salonlardaki izleyici profiline kadar uzanan kültürel bir belleğin izi…

Haber Giriş Tarihi: 29.07.2025 13:30
Haber Güncellenme Tarihi: 29.07.2025 13:50
Kaynak: P. Şehrengiz Dergisi, 153. sayısı
BİR TİYATRO SEYİRCİSİNİN ANILARI

Uğur Ozan Özen /Araştırmacı Yazar

BİR TİYATRO SEYİRCİSİNİN ANILARI

Aslında yazının başlığı, “Neden zorluklar içinde yaşıyorum?” olabilirdi. Bugün yaşadığım sıkıntıların tek sebebi, tiyatroya olan sevdam.

Lise yıllarında okulun tiyatro kulübünün temsilini seyrettiğimi hatırlıyorum. Çelebi Mehmet Lisesi’nde edebiyat öğretmeninin başkanlığında her yıl konferans salonunda öğrencilere bir oyun sahneleniyordu. Lise üçüncü sınıfta okurken (2001), tiyatro kulübünün sahnelediği bir oyunu seyretmiştim. Ne oyunun adını hatırlıyorum ne de oyuncuları. Ortaokul ve lise yıllarımda ilgi alanım fotoğraf, siyaset ve edebiyattı. Lise ikinci sınıf ve sonrasında edebiyatın yerini tarih almıştı.

Ailem, 1978 yılında, Ankara’dan Bursa’ya göç ettikten sonra, babam ve annem birlikte devlet tiyatrosunun oyunlarına gitmiş. Annem, hâlâ Düğün ya da Davul oyununda seyrettiği Ahmet Uğurlu’yu anlatır. 1983’te ev alınmış, bir yıl sonra da doğmuşum.

İlkokul yıllarımda, babamın Karagöz oyun kaseti aldığını hatırlıyorum. Hangi Karagözcüye ait olduğunu bilmiyorum. Kaseti atmadım, bir ara ev tadilattayken elime geçmişti. Çocukken sıkılmadan baştan sonra dinliyordum. Bu satırları yazarken Karagözcünün sesini duyuyorum.

Hafızamdaki bir başka görüntü Tayyare Kültür Merkezi’ne ait. Orası restore edildikten sonra (1995) her cumartesi günü çocuk şenliği yapılıyordu. Babam, o yıllarda Çancılar Caddesi’nde bulunan Yeşil Vergi Dairesi’nde çalışıyordu. Emekli olduğu 1996 yılına kadar her cumartesi, yarım gün mesai için beni yanında işe götürürdü. ‘Oyalanayım’ diye önüme açılmış zarfları koyar, üzerindeki pulları kesmemi isterdi. Sonra suyun içinde zarfın kâğıdı ile pulun ayrılmasını bekler, en sonunda pulun kuruması masanın üzerine koyardım. Pulları koyduğum defter evin neresinde bilmiyorum.

BABAMIN CEBİNDEKİ PARAYA GÖRE!

Öğle vakti mesai bittiğinde yemek için birkaç seçeneğimiz vardı:

Çancılar veya Kayhan’daki bir köfteciye, Sönmez İş Sarayı’nın girişindeki dönerciye ya da Tuzpazarı’ndaki pide/cantıkcıya giderdik. Nereye gideceğimiz babamın cebindeki paraya göre değişirdi. Sonrasında babam, beni Tayyare Kültür Merkezi’ne bırakırdı. Fuaye alanında müzikler, eğlenceli oyunlar, üst kattaki küçük salonda Karagöz gösterisi olurdu. O yıllarda Bursa’da Karagözcü olarak sadece Şinasi Çelikkol vardı. Muhtemelen odur.

Babam, 1999 yılında vefat edince hayatımda önemli değişimler oldu. Emekli maaşının bir kısmı bana veriliyordu. Üç ayda bir aldığım para ile eskiden alamadığım ne kadar kitap, dergi, gazete varsa satın alıyordum. Öyle böyle değil. Durmaksızın okuyordum. Sonra ‘Minolta’ marka fotoğraf makinesi, flaş, yakın ve uzak mercek, fotoğraf makinesini taşımak için çanta almıştım. Her şeyi kayıt altına almak arzusu tarif edilemezdi.

Bu kadar hay huy içinde nedense bir türlü yolum devlet tiyatrosunun oyunlarıyla kesişmemişti. Öğrencileri tiyatroya götüren bir öğretmen, çevremde tiyatroya ilgi duyan biri olmayınca tiyatroyla geç tanışmıştım. Devlet tiyatrosuna gittiğimi, birisine tiyatro kursuna katılmak istediğimi söylediğimi hatırlıyorum. O kişiden olumsuz cevap almıştım. Başvuru zamanını kaçırmış olabilirim.

Evimin yakınındaki Adile Naşit Tiyatrosu’nda, Yıldırım Belediyesi Şehir Tiyatrosu oyun sahneliyormuş, ama haberim dahi olmamış. Afişleri gördüğümü hatırlıyorum. İlgi alanım başka konularda olunca…

“ELEŞTİRMEN” SÖZÜ CAZİBELİYDİ.

Üniversite tercihlerini yaparken aklım karışıktı. Hacettepe Üniversitesi’nde okumak istiyordum. Tarih, edebiyat, kütüphanecilik bölümlerinden birini istiyordum. Öğretmen olmak kesinlikle istemiyordum. Tercih kılavuzunu incelerken İstanbul Üniversitesi’nde Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji bölümünü görmüştüm. “Eleştirmen” sözü cazibeliydi. Bursa’da hiçbir zaman tiyatro oyunlarını, sinema filmlerini resim, heykel, fotoğraf sergilerinin eleştirmeni olmamıştı. Sanata ilgi duyan gazeteciler, sınırlı bilgileriyle kendi meşreplerine uygun bir şeyler yazıyordu, o kadar. Gazete ve dergi yönetimleri de bu konulara sıcak bakmıyordu. Siyaset, ekonomi, spor her zaman daha cazipti. Para her şeyi belirliyordu. Bursa’da daha çok edebi eserler üzerine (şiir, öykü, roman) eleştiri yazan kişiler vardı. İstanbul’da yayımlanan gazeteler ve dergilerde tiyatro eleştirilerini okuduğum için “eleştiri” sözünün cazibesine kapılıp başvurmak istemiştim. Annem bu konuda bir şey dememiş, üniversite ve bölüm tercihlerime karışmamıştı. Akrabalarımın itirazı ile karşılaşınca geri adım atmıştım. Bir kez olsun tiyatroya gitmiş, belki tiyatro kursuna katılmış olsaydım inat eder, vazgeçmezdim. O yıllarda kaç puanla öğrenci alıyordu hatırlamıyorum. Ankara’da üniversiteyi bitirdikten sonra ikinci kere sınava girmek, üniversite okumak isteği olmadığı için bir daha bu faslı açmadım.

Tiyatroyla tanışmam, Hacettepe Üniversitesi Tarih bölümünde ikinci sınıfta öğrenciyken oldu. Tarihi çok seviyordum, ancak beni tatmin etmeyen bir şeyler vardı. Kitap, dergi okumak, eylemlere katılmak iyi güzel hoştu ama yine de içimdeki boşluğa anlam veremiyordum.

BİR İNSANLA TANIŞTIM HAYATIM…

Atatürk Üniversitesi İktisat bölümü mezunu, 2004 yılında, ODTÜ’nün İngilizce kurslarına giden Evren Gülcan ile tanışmam hayatımı değiştirdi. “Bir insanla tanıştım hayatım değişti” sözü burada anlam buluyor. Tiyatroya tutkusu benden daha fazlaydı. Ancak tiyatro üzerine herhangi bir kitap, dergi okumuyordu. Eleştiri yazılarını umursamıyordu. Neredeyse her gün tiyatroya gidiyordu. Gerçek anlamda tiyatro seyircisiydi. Tanışmamız, Ekim veya Kasım 2004’te olmuştu. Sömestr tatilinden sonra Ankara’ya dönünce daha sık görüşmeye başlamıştık. Şubat ayında, Ankara Devlet Tiyatrosu’nun Şinasi Sahnesi’nde oynanacak ‘Sen de Gitme Triyandafilis’ oyununa davet etti. Temsil tarihi: 12 Şubat 2005. Ayla Kutlu’nun aynı adlı kitabından uyarlanan oyundan çok etkilenmiştim. Oyunun bitiminden sonra tiyatroya yakın bir yerde yemek ısmarlamıştı. Haftada iki, üç kere birlikte oyuna gidiyorduk. Tahsin Banguoğlu Yurdu’nda kalıyordum. Odalar sekiz kişilikti. Sabah yurttan çıkıyor, gecenin bir yarısı dönüyordum. Yurttaki görevlilerden izin almak kolaydı. Bazen yurttaki memurlar ‘bu kadar çok, tiyatroya gidilir mi’ diye şüpheleniyordu. Bir oyunun biletlerini ben alıyorsam, iki oyunun biletini Evren alıyordu. Diğer günlerde Büyülüfener, Kızılırmak, Kavaklıdere, Batı Sinemalarındaki filmlere gidiyordum. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali, Ankara Film Festivali’nde gösterilen filmleri kaçırmıyordum. Lise zamanı, Bursa’da, Prestij, Burç, Yazıcıoğlu Sinemalarına, Tayyare Kültür Merkezi’ndeki Sinema Günlerindeki filmleri takip etmiştim. Üniversitede bayram tatillerinde veya sömestrlerde geldiğimde tiyatroya gidiyordum. Bursa Şehir Tiyatrosu’nun kuruluşuna tanığım.

Evren, İngilizce kursunu bitirmişti. Askere gitmesi gerekiyordu. Aralık 2005’te askere gitmeye karar verdi. Bir gün öncesinde, birlikte Yeni Sahne’deki bir oyuna gitmiştik. Adını unutmuşum. Seyrettiğim tiyatro oyunlarının, sinema biletlerini sakladığım için bulmak zor değil. Dosyaların içinde, tek tek bakmam lazım. Sekiz ay sonra askerden dönecekti. Askerliği bittikten sonra bankada işe girdi. Ankara’yı terk etti.

YENİ SAHNE YIKILMASIN”

Bu arada size Yeni Sahne’nin yıkılma hikâyesini anlatmak istiyorum. Üniversite son sınıftaydım. Kasım veya Aralık 2006’da bir e-posta gelmişti. Yeni Sahne’nin sahibi olan Ormancılar Derneği, binayı yıkarak iş merkezi yapmak istiyordu. E-postayı peyzaj mimarlar odasından birisinin gönderdiğini hatırlıyorum. Mimarlar Odası, TOBAV genel merkezi, tiyatrocular sahnenin yıkılmasına karşıydı. Tiyatro salonu binanın girişindeydi. Üst katında restoran vardı. Basın açıklaması, eylem için toplantılar derken, “Yeni Sahne Yıkılmasın” adıyla kurulan gruba katılmıştım. Eylemler için toplantıya katılan birçok kişiyi hatırlıyorum: Tamer Levent, Mehmet Ege, Erhan Gökgücü, Âkif Yeşilkaya, mimarlar, devlet tiyatrosundan oyuncular, dramaturglar… Konur Sokakta stant kuruyor, imza topluyorduk. Ormancılar Derneği üyesi birkaç kişi yanıma geliyor “Yıkacağız, bu imzalar geçersiz” diyordu. Umursamıyordum. Önemli olan kamuoyu oluşturmaktı.

Her şeyi yaptık. Tiyatro… Tiyatro… ve Sahne dergilerine yazı yazıldı. Gazetelerin Ankara eklerine haber oldu. Televizyona çıktık. Eylem yaptık. Mimarlar Odası’nda bir gece boyunca afiş, pankart hazırlamıştık. Çankaya Belediyesi, Ormancılar Derneği’ne arazi ve para teklif etmişti. Kabul etmediler. Ankara Devlet Tiyatrosu’nun müdürü ile yapılan toplantıya katılmıştım. Bütün bu olaylar, Devlet Tiyatroları’nda genel müdür, müdür değişimi zamanına geldiği için yıllarca Yeni Sahne’yi kullanan devletin tiyatrosundan pek ses seda çıkmıyordu. Mahkemenin sonucunu bekliyoruz, diyorlardı. Mahkemenin sonucunu bekleseydik bu kadar emek harcamazdık.

Devlet Tiyatroları genel müdürü basına özel toplantı yapacaktık. Bir yerlerden bulduğum kartı boynuma asıp, genel müdürden daha fazla mücadele sözü almak için toplantıya girmiştim. Tabi ki sözler verildi, ama sonrası gelmedi.

Evren’den sonra oyun seyretmeye ara vermedim. Haftada üç oyunu, beşe çıkardım. Aklım fikrim tiyatrodaydı. Gişeciler ile arkadaş olmuştuk. En güzel yeri vermeye çalışıyorlardı. Tahsin Banguoğlu Yurdu, Eskişehir yolundaydı. 23.00’e kadar ulaşım sıkıntısı yaşamıyordum. Sıhhiye’den kalkan Eskişehir yolundan geçen çok otobüs vardı. Eğer oyun geç bitmiş ise Güven Park’tan kalkan ODTÜ otobüsü veya minibüsü imdadıma yetişiyordu. 2007 yılında uzun bir Ankara akşamıydı. Ferhan Şensoy’un Şahları da Vururlar oyununu bir alışveriş merkezindeki tiyatro salonunda seyretmiştim. Oyun geç bitti. Sıhhıye’deki otobüsleri kaçırmıştım. Saat 24’ü geçtiği için ODTÜ minibüsleri dahi gitmişti. O akşam, Dikmen’de bir arkadaşımın evinde kalmıştım. Ertesi günkü sınavım umurumda dahi olmamıştı.

BENİM İÇİN EŞSİZ BİR DENEYİMDİ!

Altındağ Tiyatrosu’nda Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi’nde Antigone, Kurban oyunlarını seyrettikten sora yurda ulaşmak zor oluyordu. Tiyatro her şeye değerdi.

Ankara Sanat Tiyatrosu’nun tarihi sahnesinde, müze gibi fuayesinde, Don Kişot’u seyretmeye giderken içimdeki heyecanı nasıl anlatabilirim. Seyirci koltukları sahneye çok yakındı. Sonraki yıllarda AST’ın Bursa’ya turnelerinde yine seyircilerin arasındaydım.

Akün Sahnesi’nde yükseltinin olmadığını görünce, Şinasi Sahnesi’nde asansör ile sahne değişimine, Bilkent Üniversitesi’ndeki sahnenin üç tarafında koltukların olduğunu görünce çok şaşırmıştım. Benim için eşsiz bir deneyimdi. Büyük Tiyatro ve Küçük Tiyatro’nun fuayesinden başlayarak insanı hayran bırakan duvar resimleri görünce tiyatronun gücünü, amacını daha iyi anlıyorsunuz. Tiyatro sadece seyir yeri değil, aynı zamanda insana estetik bakış açısı kazandıran bir yerdi.

Üniversiteyi bitirdikten sonra Ağustos 2007’de Bursa’ya döndükten sonra Yeni Sahne yıkıldı. 2008 ve 2012 yıllarında Ankara’ya gitmiştim, ancak Yeni Sahne’nin olduğu yerden geçemedim. Tiyatro yoktu, ama gözlerimde, ellerimde, hafızamda izi kalmıştı.

Bursa’ya döndüğümde (Eylül 2007), Bursa Devlet Tiyatrosu’nun prömiyerine internetten bilet almıştım. İlk sıradan, en güzel yerden. Sonra tiyatrodan telefon edilmiş, “Prömiyer biletleri satılmıyor, yanlışlıkla satışa açılmış. Davetiye için gelebilir misiniz?”. Buna benzer bir cümleydi. Ankara’da öğrenciyken bilet satın alarak oyun seyretmeye alışmıştım. Davetiye verilince şaşırmıştım. Tiyatroya gitmiştim. Sekreterlikte Rüya Hanım, Halkla İlişkiler Birimine telefon etmişti. Arayan Fatoş Gülpek’miş. Sohbet etmiştik. Bursa Devlet Tiyatrosu’nun 50. Yıl kitabının hazırlandığını, 1879-1957 yılları arasında tiyatro tarihini yazmamı istemişti. Benim için bulunmaz fırsat olmuştu. Setbaşı Şehir Kütüphanesi’ndeki kitaplardan yararlanarak Ocak 2008’de makaleyi teslim etmiştim. Kutlama, 24 Mart 2008 Pazartesi günü yapılmıştı. 100. Yılı görebilecek miyim?

ZAMAN GEÇTİKÇE SEN BİZDENSİN…

Ankara’da entelektüel insanların içindeydim. Eylemlerde, üniversitede, kafelerde, her yerde… Ortaokul, lise yıllarımda pek farkına varmamıştım, ancak üniversiteden sonra bazı şeyleri daha iyi anlamıştım. Bursa kültürel olarak yetersiz bir şehirdi. Tiyatro hayatının merkezinde yılda 5-6 oyun prömiyer yapan devlet tiyatrosu vardı. Yılda 1 veya 2 oyun prömiyer yapan şehir tiyatrosu. Nilüfer’de ise prodüksiyon tiyatrosu yeni kurulmuş, yılda bir oyunu 20 kere oynuyorlardı. Aynı yıl Mudanya’da güzel sanatlar fakültesi kurulmuştu. Bina problemi vardı. Bu durum gazetelerde eleştiriliyor, haber oluyordu. Açıkçası Ankara’da sanat ile tanışan biri için Bursa sıkıcı bir şehirdi. Sergi gezecek özel sanat galerisi vardı, ama Ankara’dakiler gibi profesyonel değillerdi. Tayyare Kültür Merkezi’ndeki iki sergi salonunda, Şefik Bursalı Sanat Galerisi ve Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde ne varsa onunla yetinmek zorunda kalıyordum. Artık öğrenci olmadığım için burs alamıyordum.

“50. Yıl” kitabına makale yazınca oyuncularla değil ama tiyatronun idari personeli ile yakınlık kurmuştum. Tiyatro oyunlarının prömiyerlerine davetiye veriyorlardı. Zaman geçtikçe sen bizdensin, istediğin zaman gel izle, davetiyeye gerek yok demeye başladılar. Yine de bilet satın alıyordum. İleride tiyatro müzesi açılırsa efemeraya ihtiyacımız olacaktı.

Bursa Şehir Tiyatrosu uzun yıllar boyunca internetten bilet satmamıştı. Eski usulde, elli sene önceki gibi bilet basıyordu. Kalitesiz kâğıda basılan biletleri saklamak daha zordu. Çünkü çabuk yıpranıyordu. ‘Nilüfer Sanat’ Tiyatrosu’nun oyunlarına bilet almaya çalışıyordum. Prodüksiyon tiyatrosunun haricinde ayda bazen bir, bazen iki kere İstanbul’dan özel tiyatrolar getiriyorlardı. Şehrin tiyatro hayatında asıl büyük sıçrama ise 2008’de başlayan, iki yılda bir yapılan Nilüfer Tiyatro Festivali’ydi. Bilet fiyatları ucuzdu. Festivaldeki oyunlar daha önce Bursa’ya gelmediği, pek geleceği de olmadığı için akıl almaz ilgiyle karşılanıyordu. Biletler bir, iki günde bitiyordu. Çağdaş oyunlar İstanbul’daydı. Festival dışında alternatifimiz yoktu.

BİR KADINA DUYULABİLECEK HEYECANDAN…

Tiyatroya gittiğimde içimdeki heyecan bir kadına duyabileceğimden daha fazlasıydı. İki saat önce tiyatronun önünde olmak, fuayede beklemek, belki bir oyuncuyla, belki tanıdığım birkaç seyirciyle konuşmanın keyfini nasıl anlatabilirim, bilmiyorum. Ankara’da her oyunun kitapçığını almayı alışkanlık haline getirmiştim. Orada prömiyerlerde kitapçık basılmış oluyordu. Oyun vaktini beklerken bir taraftan okuyarak bilgi ediniyordum. Çay içerken eski oyun fotoğraflarına, afişlerine bakmak. Kış vakti camdan dışarıya bakmak, karanlığı ve karın yağışını seyretmenin zevkini yaşamanız gerekiyor.

Eskiden devlet tiyatrosunun fuayesinde ölen tiyatrocuların fotoğrafları asılıydı. Âli Cengiz Çelenk, Yalın Tolga, Coşkun Orhon, Ruşen Bölek. Birkaç kişi daha olabilir. O bölümün fotoğrafını çekmek aklıma gelmemiş. Fuayeden bu bölümün kaldırılması yanlıştı. Belki genişletilebilirdi. Seyircinin tiyatroya emek verenleri bilmesi gerekiyor.

Bir insanın tiyatroyu alışkanlık haline getirmesi kolay değildir. Bir insan neden devamlı tiyatroya gider? Bu sorunun en kolay cevabı, yapacak daha önemli bir işi yoktur olabilir. Tiyatroyu iş edinmiştir, denebilir.

Oyuncular, yönetmenler gelip geçiyordu. Tayin oluyorlardı. Emekli olmak istiyorlardı. Başka tiyatroya geçiyorlardı. Tiyatro seyircisi olarak ben aynı koltuklarda onları seyrediyordum. Cebimdeki para değişmiyordu. Seyircinin figüranı, mezun sanatçısı, kadrolu sanatçısı gibi sınıflandırması yoktu. Sadece tiyatro seyircisiydim. Yer bulamayınca sandalyede, olmazsa merdivende, yere oturduğumu dahi hatırlıyorum. Amacım, sahnede olan biteni seyredebilmekti.

MESLEĞİM DEĞİL, YAŞAM KAYNAĞIMDI.

Tiyatro seyircisi olmak bir zaman sonra yetersiz hale geldi. Oyun seyrettiğim binanın, oyuncuların hayatını merak ediyordum. Araştırma yapmaya da böyle başlamıştım. Merakımı tatmin etmek için eski gazeteleri okumaya başlamıştım. Onlar yetmeyince söyleşiler yaparak daha önce yazılmamış konularla ilgilenmeye başlamıştım. Düşüncelerimi yazınca yavaş yavaş sevilmeyen, istenmeyen biri olmaya başlamıştım. Bir gazetede tam zamanlı çalışmadığım için gazeteci sayılmıyordum. Seyirciydim, ama aynı zamanda tiyatro tarihi araştırmacısıydım. Tiyatro mesleğim değil, yaşam kaynağımdı.

Bu satırları yazarken bugüne kadar kaç oyun seyrettiğimi düşündüm. Her oyunun biletini, kitapçığını, el ilanını şeffaf dosyanın içinde ayrı ayrı saklıyorum. Kesin rakam vermem için dosyalardaki oyunları tek tek saymam gerekiyor. 2000 civarı diyebilirim. Belki 100 eksik, 100 fazla. Bu sayı size fazla gelmiş olabilir. Bence değil. Geçen yıllar içinde o kadar seyredemediğim oyun var ki… Tabii seyrettiğime pişman olduğum oyunlar da…

Üniversiteyi bitirip Ankara’dan Bursa’ya döndüğümde devlet tiyatrosunun tarihi salonu yangın nedeniyle restore edilmiş, özgünlüğü tamamen ortadan kalkmıştı. Sonrasında fuayedeki tiyatro emekçilerinin fotoğrafları da kaldırınca ortaya 2000’lerde inşa edilmiş bir tiyatro çıkmıştı. Tayyare Kültür Merkezi’nin ilk restorasyonundan önce (1995) kulisinde oyuncuların isimleri, imzaları varmış. Burada 1932’den beri sinema filmleri gösterildiği ve tiyatro oyunları sahnelendiği için birçok oyuncunun adı, imzası belge niteliği taşıyordu. Restorasyon sırasında kulis boyanınca bütün tarihsel özellik ortadan kaybolmuştu. Kimsenin aklına kulisin fotoğrafını çekmek gelmemiş. Aynı şekilde Mustafakemalpaşa’da 2012 yılında yıkılan Kazım Barış Çokan Kültür Merkezi’nin kulisi, sinema filmi gösterilen odasında oyunculardan kalan isimler ve imzalar varmış. 1958’den beri kimler gelmiş kimler geçmiş… Neyse ki Kekil Şimşek fotoğraflamış da elimizde belge kalmış.

Bursa’nın en iyi tiyatro salonu (hâlâ) Bursa Devlet Tiyatrosu’nun Ahmet Vefik Paşa Sahnesi. Atatürk Caddesi’nden yürüyerek, merdiven çıkmadan, asansör kullanmadan tiyatro salonuna girebiliyorsun. Aynı şekilde, Tayyare Kültür Merkezi’nin de durumu benzer. Kolayca salona ulaşılabiliyor. Yapılırken çözülemeyen akustik problemi nedeniyle sıkıntılı bir salon. İkinci balkondan oyun seyredince sahneyi görmekte zorlanıyor seyirci.

Nâzım Hikmet Kültürevi’nin, Uğur Mumcu Sahnesi’nin, Konak Kültürevi’nin akustik problemi yok. Nâzım Hikmet Kültürevi’ne balkon yapılırken kimsenin müdahale etmemiş olmamasına söz bulamıyorum. Sahneyi tepeden gören balkon mu olur? Merinos AKKM’de Osmangazi Salonu’nun inşa edilirken mimarlar, mühendisler bir kere olsun sahne görünüyor mu, ses duyuluyor diye kontrol etmedi mi, merak ediyorum. Buraya dekorları nakletmek dahi zor. Dekorları Merinos’a kadar kamyonla getirip, sonra kamyonete yükleyip öyle taşınıyor. Çünkü dekoru asansörle yukarı taşınacağı yere kamyon sığmıyor.

SEYİRCİ OLMAK NEDİR?

Dasdas Bursa’da, Cyrano Bergerac’ı seyrettikten sonra, akşam soğuğunda otobüs beklemektir, seyirci olmak. Nilüfer Kent Tiyatrosu’nun Ormandaki Kulübe Sahnesi’ne ulaşabilmek için iki saat yol gitmektir, bir buçuk saatlik Vur, Yağmala, Yeniden için. Çocuk oyunları daha zordur. Evli değilsin, yanında çocuğun olmayınca, annelerin kim bu adam diyen bakışlarını hissedersin. Görevliler, bu çocuk oyunu, diye uyarır. Merak ettim, seyretmek için geldim sözünü bilmem kaçıncı kere söylemek zorunda kalırsın.

Nilüfer Tiyatro Festivali’nde birkaç tane bilet alabilmek için saatlerce kuyrukta beklersin. Ünlü oyuncuların olduğu oyunların biletleri büyük kısmı satış dışıdır. Çünkü belediyedeki müdürler, ensesi kalın çalışanlar, partililerin yeri çoktan ayrılmıştır. Örnek: 2024 yılındaki festivalde, Oyun Atölyesi’nin Kel Diva oyunu.

Yıldırım Belediyesi farklı mı, hayır. Barış Manço Kültür Merkezi’ndeki tiyatro salonunda A sırası (30 koltuk) on yıl önce sökülmüştü. Tiyatroda numaralar B sırasından başlaması kimseyi rahatsız etmiyordu. Çünkü ön sıradaki devletlular için sehpa ve üzerine su konulacaktır. Koltukların sehpayı engellememesi lazım. Çözüm, koltukların sökülmesi. Devletlulara ayrılan üç sıra koltuk yetmiyordu. Bilet satılmadığı için oluşan izdiham, seyircinin plastik sandalyeleri koridora, duvar kenarında koyarak seyretmesi onların umurunda değildi. Üç, dört yıl önce koltuklar tamamen yenilendi. Sanki ilk sıra yokmuş gibi, B sırası A sırası oldu. Sehpalar her zamanki yerindeydi.

Daha çok şey yazabilirim. Şimdilik bu kadar.

Kaynak: P. Şehrengiz Dergisi, 153. sayısı

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.