OSMANLI SÜSLEMECİLİK GELENEĞİ... YEŞİL TÜRBENİN IŞIĞINDA
Makale/Yaren DALA- Sanat Tarihçisi
Osmanlı Devleti’nin erken döneminde (1299-1453), devletin gelişimiyle paralel olarak sanat alanında önemli dönüşümler yaşanmış ve bu süreç, Osmanlı sanatının klasik döneme geçiş aşaması olarak kabul edilmiştir (Gök, 2018, s.23). Bu dönemde Osmanlı, Selçuklu ve İlhanlı mirasını Bizans, İran ve Memlûk etkileriyle harmanlayarak özgün bir sanat dili oluşturmuştur. Farklı kültürel birikimlerin sentezi, Osmanlı'nın kendine özgü kültürel kimliğini inşa etmesinde temel bir rol oynamıştır. Özellikle mimari yapılar ve süslemeler, bu dönemin sanatsal üretiminin en belirgin göstergeleri olmuştur.
Osmanlı sanatı, güçlü bir karaktere sahip olmasına rağmen İslâm sanatının bir parçasıdır. Osmanlı Devleti bir Müslüman devlet olarak, sanatını İslâmî değerler ve dini emirlerle şekillendirmiştir. Bu sanat, özellikle Osmanlı İmparatorluğu'nun merkez şehirleri olan Bursa, Edirne ve İstanbul'da gelişmiş, ancak uzak eyaletlerde bu sanat, daha zayıf bir şekilde takip edilmiştir. Bu durum, şehirlerin Osmanlı kültürüne ne kadar entegre olduğu ile ilgilidir; örneğin, Mısır ve Kuzey Afrika şehirlerinde İstanbul sanatının etkileri gözlemlenmiştir.
Osmanlı medeniyetinde mimari, öncelikli bir sanat dalıdır ve bu mimari hem işlevsel hem de estetik açıdan büyük bir öneme sahiptir. Binalar, yalnızca süslemeyle değil, mekânın düzeni ve kitlelerin dengelenmesiyle de dikkat çeker. Süslü mimari unsurlar, zengin ve dikkatlice işlenmiş desenlerle, doğu sanatının özelliklerini taşır. Ancak İslâm sanatında olduğu gibi, heykel gibi figüratif çalışmalardan kaçınılmış ve daha çok çizgi sanatına yönelinmiştir. Osmanlı sanatında bitki motiflerine, doğaya sadık kalarak özgün yorumlar getirilmiştir.
Osmanlı medeniyeti, diğer İslâm medeniyetleri gibi kentli bir yapıya sahiptir. Köyler genellikle mimari açıdan gelişmemiştir, ancak kervansaraylar, köprüler, hisarlar ve türbeler gibi kırsal yapılar vardır. Müslüman şehirlerinde camiler, şehrin merkezinde yer alır ve bu camiler, ibadet ve toplumsal yaşamın merkezi haline gelir. Cami etrafında, hükümdarın sarayı, pazar yerleri ve ticaret merkezleri bulunur. Ayrıca, ibadet için küçük camiler, hamamlar ve çeşmeler şehirde yaygın olarak yer alır (Roux, 2011).
Osmanlı sanatı, İslâmî temellere dayanmakla birlikte, zamanla özgün ve zengin bir kültürel miras geliştirmiştir. Bu sanat anlayışı, yalnızca merkezi şehirlerde değil, kırsal alanlarda da farklı biçim ve üsluplarda kendini göstermiştir. Özellikle kuruluş dönemine ait külliyeler, Bursa’da inşa edilen yapılarla birlikte yalnızca mimari değer taşımakla kalmamış; aynı zamanda vakıf sistemi aracılığıyla sosyal, kültürel ve dini hayatın merkezleri hâline gelmiştir.
OSMANLI SANATINDA MEHMET ÇELEBİ:
1389’da Bursa’da dünyaya gelen, 1413’te de tahta çıkan Çelebi Mehmed, Fetret Devri’nin ardından Anadolu’daki Türk siyasi birliğini yeniden tesis ederek devleti istikrarlı bir yapıya kavuşturmuş ve bu nedenle literatürde “Osmanlı’nın İkinci Kurucusu” olarak anılmıştır (Kepecioğlu, 2009, s.94).
Timur istilasıyla büyük ölçüde tahrip edilen Anadolu şehirlerini yeniden inşa ettiren Çelebi Mehmed, dönemin önemli kültür ve sanat merkezlerinden biri olan Bursa’yı da kapsamlı bir şekilde ihya etmiştir. 1419’da inşasına başlanan Yeşil Külliyesi’nde bulunan yapılar hem mimari nitelikleri hem de estetik değerleriyle bu yeniden yapılanma sürecinin simge eserleri arasında yer almıştır (Bahadıroğlu, s.79). Çelebi Mehmed’in kültür ve sanata yönelik himayesi, dönemin âlim, sanatkâr, mimar ve tüccarlarını Bursa’ya çekmiş; böylece şehir, erken Osmanlı döneminde önemli bir kültür ve sanat merkezi kimliği kazanmıştır.
Bursa’nın doğusunda kalan Yeşil Külliyenin; Gökdere, Karınca Deresi ve Namazgâh Deresi'nin sınırladığı bir tepecikte konumlanması, Osmanlı mimarisinde yüksek noktalara inşa edilen yapılar geleneğini sürdürmektedir. Bu konum, yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda manevi bir güç (Tanrı'ya yakınlık) ve ilahi kudret sembolü olarak da kabul edilmiştir (Kastritisis, 2020). Özellikle Türbenin Yeşil Külliye arazisinin en yüksek bölümüne inşa edilmesi, Çelebi Sultan Mehmed’in gücünü ve Osmanlı padişahlarının görkemini simgelemektedir (Dostoğlu, 2001, s. 183).
ZAMANIN RUHU: YEŞİL TÜRBE’NİN ESTETİK YOLCULUĞU
Bursa’nın siluetine zarifçe yerleşen görkemli Yeşil Türbe, mimari ve sembolik özellikleriyle benzerlerinden ayrılarak öne çıkan önemli bir yapıdır. Yeşil Camii’nin güneyinde; külliyenin diğer öğelerinden olan medresenin güneydoğusunda ve imaretin güneybatısında konumlanmaktadır (Ayverdi, 1989, s.47). Yalnızca mimarisiyle değil, etkileyici çini süslemeleriyle de Osmanlı sanatının erken dönemine damga vuran bu türbe, ziyaretçilerine adeta geçmişe açılan bir kapı sunar.
İnşa tarihi hakkında kesin bilgi edinilmemekle birlikte, basık kemerli kapı açıklığı yukarısındaki çini kitabeden Çelebi Sultan Mehmet için yapıldığı anlaşılmaktadır ve inşasının Sultan’ın 1421’deki vefatından kısa bir süre sonra tamamlandığı, mimarının da külliyenin baş mimarı olan Hacı ivaz Paşa olduğu tahmin edilmektedir[1] (Çelebi Sultan Mehmed’in vefat tarihi, sanduka kitabesinde Hicri Cemâziy’ülevvel 824 yani Mayıs/Haziran 1421 olarak kayıtlıdır.). Ancak bazı kaynaklara göre türbe, Sultan’ın vefatından yaklaşık kırk gün önce, 824/1421 yılında tamamlanmıştır (Aslanapa, 1986, s.584).
Yeşil Türbe, küfeki taşından inşa edilmiş, yüksek bir kaide üzerine oturtulmuş sekizgen planlı bir yapıdır. Prizmal bir gövdeye sahip olan türbe, yalın bir kat üzerine inşa edilmiş, 15 metre çapındaki kurşun kaplı sivri bir kubbe ile örtülmüştür. Türbe, mimari açıdan hem simetrik yapısıyla hem de malzeme çeşitliliğiyle dikkat çeker. Mermer detaylar; kapılarda, alt pencere sövelerinde, cephe kemerlerinde ve özellikle taç kapıda öne çıkar. Duvarlarda moloz taş ve tuğla birlikte kullanılmış, kubbenin yükseldiği kasnakta ise sadece tuğla tercih edilmiştir (Kural,1944, s. 96-97).
BİR SANAT ANLAYIŞININ PENCERESİ
Çeşitliliğin bir diğer göstergesi ise yapı elemanlarında kullanılan malzemelerde gizlidir. Alçı süslemeler, ceviz ağacından kündekârî tekniğiyle yapılmış ahşap kapılar, demir ve bronz parmaklıklar ve kurşunla örtülü kubbe, yapıda kullanılan malzeme çeşitliliğini göstermektedir (Ayverdi, 1989, s.107).
Yeşil Türbe dendiğinde akla ilk gelen elbette çiniler olur. Hem dış hem iç cephelerde yer bulan bu süslemeler, yapının karakterini tanımlar niteliktedir. Dış cephede; cephe panoları, pencereler arası yüzeyler ve taç kapı çinilerle bezenmiştir. İç mekânda ise çiniler; mihrapta, sandukalarda, pencere açıklıklarında ve duvar yüzeylerinde karşımıza çıkar.
Taç kapının doğu yanındaki pano, orijinal çini işçiliğini bugün bile gözler önüne seren nadir örneklerden biridir. Turkuaz, lacivert, beyaz ve bazen sarı tonların hâkim olduğu bu çiniler; palmetler, rumiler, kıvrık dallar ve sonsuzluğu çağrıştıran bitkisel motiflerle zenginleştirilmiştir.
Türbenin mimarisinde simetri ön plandadır. Taç kapının bulunduğu cephe hariç diğer tüm yüzeyler birbirinin neredeyse aynısıdır. Alt seviyelerde sade mermer söveli pencereler, üst seviyede ise alçı şebekeli sivri kemerli pencereler yer alır. Bu pencereler arasında çini panolar dikkat çeker. Özellikle kuzeydoğudaki alınlık, orijinalliğini büyük ölçüde korumuş ve döneminin sanat anlayışını bize birebir sunan bir pencere gibidir (Baykal, 1950, s.140).
Taç kapı ise başlı başına bir sanat eseri niteliğindedir. Üç sıra mukarnas dizisi, istiridye kabuğu formunda kavsara ve bitkisel motiflerle bezeli çini kuşaklarla süslenen kapı, izleyenleri büyüler. Burada kullanılan koyu mavi, türkuaz ve sarı renkler hem göze hitap eder hem de yazılı kitabelerle yapıya ruh katar.[2]
Ziyaret mekânına adım attığınızda, sizi kemerli bir giriş karşılar. Güney duvarındaki mihrap öne taşırılmış ve çinilerle zenginleştirilmiştir. Mukarnas kavsarası, sütunçeleri ve iri palmetleriyle dönemin sanat anlayışını yansıtan bu mihrap; üst bölümlerde kufî ve celî sülüs hatlarla süslenmiş kartuşlar, kandil motifleri ve dini metinlerle daha da anlam kazanır.
Türbenin tam ortasında yer alan sekizgen platform üzerinde Çelebi Sultan Mehmed’in çini kaplı sandukası bulunur. Turkuaz sırlı çinilerle bezeli bu sanduka, üzerindeki yazılı panolar ve süslemelerle yapının merkezinde bir mücevher gibi durur. Yanında oğullarına ait üç (Baykal, 1950, s.141), doğu kısmında ise kızlarına ait beş sanduka yer alır. Özellikle Sitti Hatun’a ait sanduka, üzerindeki çiçek motifleriyle zarif bir etki yaratır (Önkal, 1992, s.65). Bu etkileyici süsleme programının tasarımı Mehmet Ali Mecnun’a ait olup, nakkâşlık görevini Ali bin İlyas üstlenmiştir (Alanapa, 1986, s.570).
Ahşap kapı, bin 541 parçanın bir araya getirildiği kündekârî tekniğiyle yapılmış; üzerindeki geometrik desenler ve bitkisel motiflerle Osmanlı marangozluğunun ulaştığı incelikli noktayı gösterir. Usta sanatçı Ali Bin Hacı Ahmed Tebrizi’nin imzasını taşıyan bu kapıda yer alan kufî ve sülüs yazılar, yapıya hem tarih hem de ruh katmıştır (Diez, 1946, s.204).
Yüksek seviyelerde yer alan vitraylı alçı şebekeler, XVII. yüzyıla tarihlendirilir ve iç mekâna mistik bir ışık süzmesi sunar. Kubbe merkezindeki kalem işi süslemeler (Ayverdi, 1989, s.101-102)[3], tam ortasında yer alan büyük rumi-palmet madalyon[4] ve onun altından sarkan on iki kollu avizeyle[5] birlikte iç mekânın görkemini tamamlar.
YEŞİL TÜRBE'DE SANATIN SENTEZİ
Hacı İvaz Paşa, Tebrizli Ustalar ve Renkli Sır Tekniğinin Osmanlı Sanatına Girişi: Yüzyıllardır zamana meydan okuyan Yeşil Türbede, her çini, her kemer, her motif; dönemin ruhunu, kültürel değerlerini estetik bir anlatıya dönüştürür. Bu sanat anlayışı, mimar Hacı İvaz Paşa'nın liderliğinde şekillenen sentezci bir yaklaşımla hayat bulmuştur.
Ankara Savaşı’nın (1402) ardından Anadolu’yu ele geçiren Timur, dönemin geleneği gereği, bilim ve sanat alanında yetkin bazı âlim ve sanatkârları beraberinde Semerkant’a götürmüştür. 1402 yılında Bursa’ya giren Timur’un beylerinden Şeyh Emir Nureddin, dönemin önemli isimlerinden Molla Fenârî, İbn el-Cezerî ve Nakkaş Ali’yi Kütahya’da Timur ile tanıştırmıştır. Bu tanışmanın ardından, 1403’te Nakkaş Ali ve İbn el-Cezerî, Timur’un emriyle Semerkant’a gönderilmişlerdir. Timur’un ölümünden sonra bu kişilerden bazıları, edindikleri yeni bilgi, tecrübe ve sanat anlayışlarıyla Anadolu’ya geri dönmüşlerdir. Her ne kadar dönüş tarihleri ve sebepleri kesin olarak bilinmese de 1410’larda Osmanlı topraklarına döndükleri genel olarak kabul edilmektedir (Beyazıt, 2014, s.45-46).
Çelebi Sultan Mehmed, kardeşleriyle olan mücadeleyi kazanarak devleti yeniden toparladıktan sonra, Osmanlı’nın varlığını ve gücünü göstermek istemiş, bu doğrultuda, Timur İmparatorluğu’nun anıtsal mimarisiyle yarışabilecek eserler yaptırmayı hedeflemiştir. Bu amaçla, Hacı İvaz Paşa öncülüğünde hem daha önce Timur tarafından götürülen sanatkârlar hem de yeni ustalar Anadolu’ya davet edilmiştir. Bu sanatçılar arasında, Timur’un sanat anlayışını ve tekniklerini yakından bilen Tebrizli ustalar özellikle dikkat çeker.
Bu Tebrizli ustaların Osmanlı’daki ilk kapsamlı çalışmaları Yeşil Külliye ile başlamış, özellikle çini süslemelerinde iz bırakmışlardır. Yapıda yer alan Arapça ve Farsça kitabeler, bu sanatçıların varlığını doğrudan belgelemektedir. Ayrıca, Nakkaş Ali adlı sanatçının tezyinat işlerinden sorumlu olduğu da kitabelerden anlaşılır (Agm, s.48).
Yeşil Türbe’deki çini süslemeler, Osmanlı sanatında hem teknik hem de estetik açıdan bir dönüm noktasını temsil eder. Bu yapıda ilk kez kullanılan renkli sır tekniği, Osmanlı çiniciliğinde yeni bir aşamanın habercisi olmuştur. Bu teknikte, çiniler tek bir levha üzerine işlenmiş; siyah ya da kahverengi kontürlerle çevrelenen sarı, yeşil ve mavi gibi renkler bir arada kullanılmıştır. Bu yöntem, önceki dönemlerde yaygın olan çini mozaik tekniğine kıyasla daha gelişmiş, estetik açıdan da daha zengin bir uygulamadır.
TEBRİZLİ USTALAR VE İZNİK ÇİNİCİLİĞİ
Bunun yanı sıra, Yeşil Türbe’de sır altı tekniğiyle üretilmiş mavi-beyaz çiniler de dikkat çekmektedir. Bu teknikte kullanılan alkalin frit teknolojisinin Tebriz’e özgü olduğu düşünülmektedir. Tebrizli ustalar sayesinde Osmanlı topraklarına taşınan bu yenilik, ilerleyen yıllarda gelişecek olan İznik çiniciliğine öncülük etmesi açısından büyük önem taşır (Agm, s.50).
Yeşil Türbe’nin iç mekânında yer alan çini panolar, mihrap, kemer altları ve kubbe içleri, dönemin ruhunu yansıtan zarif süslemelerle bezeli olup, bu alanlarda Tebrizli sanatkârların katkısı açıkça hissedilmektedir. Mavi ve yeşil tonlarının hâkim olduğu bu süslemelerde, Tebriz çini okulunun estetik anlayışı belirgin şekilde kendini gösterir. Özellikle mavi, gökyüzünü ve sonsuzluğu; yeşil ise İslam kültüründe cenneti ve huzuru temsil eder. Bu renk tercihleri, yalnızca görsel bir uyum yaratmakla kalmaz, aynı zamanda tasavvufi anlamlar da taşır (Holzopfel, 2021, s.20-23).
Motifler açısından bakıldığında, bitkisel bezemelerle geometrik desenlerin uyum içinde kullanıldığı görülmektedir. Rumi, hatayi ve palmet gibi klasik İslam sanatına özgü motifler yüksek bir teknik beceriyle çinilere işlenmiştir. Bu bezemeler yalnızca dekoratif değil, aynı zamanda kozmolojik bir düzeni ve Tanrısal birlik düşüncesini sembolize eder. Sonsuz biçimde birbirine bağlanan bitkisel motifler, İslam estetik anlayışında evrendeki düzenin ve sürekliliğin görsel yansımasıdır (Bozyokuş, 2018, s.11).
Yeşil Türbe’nin mihrap kısmında yer alan çini panolar, renk geçişleri ve detaylı işçilikleriyle ön plana çıkar. Siyah ya da koyu kahverengi kontürlerle çevrelenen motifler, renklerin berraklığını artırmakta ve desenleri daha belirgin kılmaktadır. Bu özellik, Tebrizli ustaların teknik bilgisiyle Osmanlı zevk anlayışının birleştiği bir noktadır. Çinilerin sır altı tekniğiyle üretilmiş olması, renklerin zamanla solmamasını sağlamış; böylece yapının estetik bütünlüğü asırlar boyunca korunmuştur.
BELİRLEYİCİ FİGÜR HACI İVAZ PAŞA
Yeşil Türbe’deki çini uygulamaları, yalnızca bu yapının değil, tüm Osmanlı çini sanatının gelişiminde de belirleyici bir rol oynamıştır. Bursa’da atılan bu sanatsal temeller, zamanla İznik’in çini üretiminde merkez konumuna gelmesini sağlamış; klasik Osmanlı çinisi, erken dönem Tebriz etkili bu kültürel etkileşimden doğarak biçimlenmiştir. Özellikle 15. yüzyıl sonlarında İznik atölyelerinde geliştirilen sır altı teknikleri, Yeşil Türbe’de denenen bu öncü uygulamaların izlerini taşır. Bu bağlamda Yeşil Türbe hem tarihsel hem de sanatsal açıdan bir geçiş ve doğuş mekânı olarak değerlendirilmelidir.
Hacı İvaz Paşa, yalnızca bir mimar değil, aynı zamanda dönemin önemli bir devlet adamı olarak Yeşil Külliye’nin mimari ve sanatsal vizyonunun şekillenmesinde belirleyici bir figür olmuştur. Onun mimari anlayışı, Selçuklu mirasıyla İran ve Orta Asya sanat geleneklerinin bir araya getirildiği sentez bir üsluba dayanır. Bu çok katmanlı yaklaşım, yalnızca yapının teknik çözümlemelerinde değil, aynı zamanda estetik boyutunda da kendini göstermektedir.
Hacı İvaz Paşa’nın liderliğinde inşa edilen Yeşil Külliye, Osmanlı’nın Ankara Savaşı sonrası yeniden dirilişini temsil eden sembolik bir projedir. Devletin yeniden güç kazandığı bu dönemde, külliyenin sanatsal kalitesi, sadece ibadet ve eğitim alanlarını kapsayan bir mimari yapıdan ibaret olmamış; aynı zamanda siyasi bir mesaj taşımıştır. Bu bakımdan Hacı İvaz Paşa’nın hem siyasi otoritesi hem de mimari vizyonu, külliyenin inşasında bütüncül bir etki yaratmıştır.
Sadrazamlık görevini yürütürken dahi, inşa sürecini yakından takip etmiş; mimari detaylardan sanatçı seçimlerine, süsleme programından yapım organizasyonuna kadar pek çok aşamada doğrudan rol üstlenmiştir. Bu özverili yaklaşım, dönemin büyük ölçekli yapı komplekslerinden biri olan Yeşil Külliye’nin kısa sürede ve yüksek sanatsal niteliklerle tamamlanmasını mümkün kılmıştır.
YEŞİL TÜRBE VE KÜMBET GELENEĞİ İLİŞKİSİ
Yeşil Türbe, yalnızca bir mezar yapısı değil; Osmanlı sanatının erken dönemine ait çok katmanlı bir anlatının taşıyıcısı, aynı zamanda Selçuklu mimarî mirasının devamı niteliğindedir. Bu yapı, XI. yüzyıldan itibaren Türk göçlerine sahne olan Anadolu’da, Büyük Selçukluların İran’da geliştirdiği Türk-İslâm mimarisi ile yerel Anadolu kültürünün kaynaşmasından doğan yeni bir sanat anlayışının ürünü olan kıymetli eserlerden biridir. Aynı zamanda, Selçuklularla şekillenen kümbet geleneğiyle doğrudan ilişkilidir. Kümbetler; genellikle silindirik ya da çokgen gövdeli, konik veya piramit biçimli çatılarla örtülen anıt mezarlardır. Selçuklu döneminde taş malzeme kullanımı öne çıkarken, Osmanlı döneminde bu yapı geleneği tuğla ve özellikle çini süslemelerle zenginleştirilerek devam ettirilmiştir.
Kümbetler, İslam öncesi Türk göçebe mezar kültürünün İslami geleneklerle birleştiği özel mimari yapılardır. Dört duvar üzerine kubbeyle örtülü olanlara “türbe”, çokgen ya da silindirik gövdeye sahip ve konik ya da piramit çatıyla örtülen yapılara ise “kümbet” adı verilmiştir. Anadolu’dan İran’a, Azerbaycan’dan Arap coğrafyasına kadar farklı terimlerle ifade edilmiştir. Arap ülkelerinde “makam” veya “marabut”, İran ve Azerbaycan’da ise “kümbet/gömbed” ve “türbet” adları kullanılmaktadır. Türbe kelimesi, Müslüman toplumlarda, Abbâsîler döneminden itibaren yaygınlaşmış; genellikle hükümdar, büyük alim, veli gibi kişilerin mezarlarının üzerine inşa edilen, kubbe ile örtülü binaları tanımlamak için kullanılır. Hatta bazı durumlarda üstü açık mezarlara da kişiye duyulan hürmet nedeniyle “türbe” denilmiştir (Kemaloğlu, 2013, s.2-13).
Yeşil Türbe ise bu mimarî geleneğin Osmanlı dönemindeki gelişmiş bir yorumu olarak karşımıza çıkar. Sekizgen planı, merkezi kubbesi ve özellikle dış cephesini kaplayan çarpıcı çini süslemeleriyle, klasik kümbet formunun hem biçimsel hem de sanatsal açıdan zenginleşmiş bir örneğidir. Bu yapı, Çelebi Sultan Mehmed için inşa edilmiş olup, Anadolu Selçuklu mimarisinin etkilerini taşırken Osmanlı’nın kendi süsleme anlayışını da yansıtarak bir geçiş noktası işlevi görmektedir.
Dolayısıyla, Yeşil Türbeyi anlamak, onu sadece bir padişah mezarı olarak görmekten öteye geçerek, Selçukludan Osmanlı’ya uzanan mimari sürekliliği ve kültürel etkileşimi görmeyi gerektirir. Kümbet mimarisi, bu anlamda sadece bir yapı biçimi değil, aynı zamanda bir medeniyetin ölüme ve anıya yüklediği derin anlamın mimarî ifadesidir.
KAYNAKÇA
Aslanapa, O. (1986). Osmanlı Devri Mimarisi. İstanbul: İnkılap Kitapevi.
Ayverdi, E. H., (1989). Osmanlı Mimarisinde Çelebi ve II. Sultan Murad Devri. İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti.
Bahadıroğlu, Y. Osmanlı Padişahları Ansiklopedisi. Yeni Nesil Gazetesi. İstanbul: Nesil Matbaacılık.
Baykal, K. (1950). Bursa ve Anıtları. Bursa: Aysan Matbaası.
Beyazıt, M. (2014). Erken Osmanlı Devri’nde Tebrizli Usta Gruplarının İzi Nasıl Sürülmeli?: History Studies, 6(3), 45-70.
Bozyokuş, H. (2018). İznik Yeşil Cami Çinilerine Geometrik Bakış, Uluslararası İnsan ve Sanat Araştırmaları Dergisi, (EK 1), 9-19.
Dostoğlu, N.T. (2001). Osmanlı Döneminde Bursa 19. Yüzyıl Ortalarından 20. Yüzyıla Bursa Fotoğrafları. Antalya C.III.
Gök, D., Durak, S. (2018). Erken Dönem Osmanlı Mimarisinde Süsleme Programının Bursa Yeşil Cami Örneğinde İncelenmesi. Paradoks Ekonomi Sosyoloji ve Politika Dergisi, 14(2), 19-42.
Holzapfel, O. Öztürk, A. O. Balcı, T. Haldan, A. Çetiner, O. Halıcı, Y. Çınar, A. (2021). Dil, Kültür ve Farkındalık Üzerine Düşünceler. Çanakkale: Sonçağ Yayıncılık Matbaacılık.
Kastritsis, D. J. (2022). Ottoman urbanism and capital cities before the conquest of Constantinople (1453). Cities as Palimpsests?: Responses to Antiquity in Eastern Mediterranean Urbanism, 1, 287.
Kemaloğlu, M. (2013). XI. XIII. Yüzyıl Türkiye Selçuklu Devletinde Dini Eserlerinden Kümbet-Türbe-Ziyâretgâh-Namazgâh ve Câmîler. Akademik Bakış Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler Dergisi, (39), 1-18.
Kepecioğlu, K. (2009). Bursa Kütüğü Cilt 4. İstanbul: Ebru Matbaacılık.
Kural, M. R. (1944). Celebi Mehmed'in Yeşil Türbesi ve 1941-43 Restorasyonu. Güzel Sanatlar Dergisi, 5, 50-102.
Roux, J. P. (2011). Osmanlı sanatı. Erdem, 6(18), 893-895(Online)
Önkal, H. (2009). Türkiye’de türbe mimarisi araştırmaları. Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, (14), 125-140.
Uzunçarşılı, İ. (1959). Hacı İvaz Paşa'ya Dair. Tarih Dergisi, 10(14), 25-38.
Yetkin, Ş. (1986). Anadolu’da Türk Çini Sanatının Gelişmesi. (2. Baskı), İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi.
[1]Ahmed Tevhid, “İlk Altı Padişahımızın Bursa’da Kain Türbeleri”, Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası, 16. ve 17. cüz, İstanbul, 1328, s. 977-981, 1047-1060.
[2] Diez-Aslanapa, (age, s. 171) ve Önkal, (Osmanlı…, s.64) taç kapının dış sivri kemer yüzeyinin orijinalde çinilerle kaplı olduğunu ileri sürmektedirler. Bazı yayınlarda ise sadece taç kapıdaki sivri kemerin değil diğer cephelerde yer alan mermer sivri kemerlerinde Parvillee tarafından çiniler sökülerek yapıldığı bilgileri bulunmaktadır. (Bkz., Ülgen, agm, s.21.)
[3] Ayverdi, Osmanlı Mimarisinde Çelebi…, s.101-102’de 1623 yılı onarımında türbenin kurşun kubbesinin altında besleme ahap çatı bulunduğu bilgilerine yer vermektedir.
[4] Herhangi bir kaynak göstermeden bazı yanlarda kubbe göbeğindeki kalem işleri 17. yüzyıla tarihlenmekte der. (Bkz., Yardımcı, Evliyâları…, s.93) bazılarında ise yakın zamanda yapıldığını belirtmektedir (bkz. Daş, age, s.187).
[5] Yardımcı, Evliyâları…, s.93’te kaynak göstermeden Sultan Abdülaziz hediye ettiğini yazmaktadır.