SON DAKİKA
Hava Durumu

MANASTIRCILIK, İKONOLAZMA ULUDAĞ VE AZİZ İOANNİKİOS

Osmanlı gibi Bizans döneminde de Anadolu topraklarında yaşananları bilmeden bugünü yorumlamak mümkün değil. Bizans Devleti’nin 8. yüzyılda manastırlar, keşişler ve ikonlar (putlar) başlığında yaşadığı teolojik olayları günümüze de ışık tutacak bir tarzla İbrahim Öge, Şehrengiz okurları için kaleme aldı…  

Haber Giriş Tarihi: 19.04.2022 00:00
Haber Güncellenme Tarihi: 20.04.2022 17:21
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.bursasehrengiz.com/
MANASTIRCILIK, İKONOLAZMA  ULUDAĞ VE AZİZ İOANNİKİOS

“SANAT DİNİN DOSTU MUDUR, YOKSA SİNSİ DÜŞMANI MI?”

İbrahim Öge

 “Bizans yaşamının başka hiçbir yönü, manastırlardaki yaşam kadar geniş bir biçimde belgelenmemiştir. Kutsal keşişler hakkında yazılan yüzlerce biyografi, manastır yaşamını ele alan sayısız düşünce, mektup, vaaz, nasihat ve meşrulaştırmalar var elimizde. Buna ek olarak, bir dizi kural, disiplin yönetmeliği, imparatorluk fermanı, hattı hatırı sayılır bir arşiv malzemesine sahibiz. Gene de bu aşırı bol külliyat hasadına karşın, Bizans manastır yaşamını, bugün bizlerin anlayabileceği tarzda anlatmak kolay bir iş değil…”

Bu cümleler, Oxford Üniversitesi Bizans ve Modern Grek Dili Profesörü ve Exeter College Öğretim Üyesi Cyril Alexander Mango’nun Bizans Yeni Roma İmparatorluğu kitabından…

Gerçekte Mango’nun anlatımına göre Manastırcılık, Hıristiyanlık öğretisinde din dışı bir hareket kabul ediliyordu. Ancak bu ilkeye rağmen, uygulama öyle olmamış, bugün sakini olduğumuz Bursa’nın simgesi Uludağ’da olduğu gibi Mısır’dan başlayarak, Anadolu, Balkanlar ve Avrupa’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada kurulan manastırlar, Roma ve Bizans’ın dini hayatı kadar tarihinde de önemli bir rol oynuyordu.

İLK MANASTIR

“Dünyadan tümüyle el çeken, çileciliği benimseyen ve kendini tamamen dine adayan Hıristiyan kümeleşmesi” olarak kabul edilen bu hareket, 3. yüzyılda Mısır’da Aziz Antonius tarafından başlatılıyordu. Zaten bu nedenle Pagan Roma İmparatorluğu döneminde Kızıldeniz yakınlarında, Kahire’ye 334 km uzaklıkta kurduğu manastırla Aziz Antonius, bu hareketin kurucusu kabul ediliyordu. Her ne kadar Mango, din dışı bir hareket olarak tanımlasa da ister tek ister topluluk şekliyle manastırcılık hareketine katılanlar, bu tercihlerini Matta 19:21’deki, “İsa ona, ‘Eğer eksiksiz olmak istiyorsan, git, varını yoğunu sat, parasını yoksullara ver; böylece göklerde hazinen olur. Sonra gel, beni izle’ dedi” şeklindeki uyarıya bağlıyorlardı. Benzer şekilde Elçilerin İşleri 2’deki (44-45) “İmanlıların tümü bir arada bulunuyor, her şeyi ortaklaşa kullanıyorlardı. Mallarını mülklerini satıyor ve bunun parasını herkese ihtiyacına göre dağıtıyorlardı” şeklindeki bölüme işaret ediliyordu. Zaten manastırcılığın kurucusu Aziz Antonuis da böyle yapıyordu. Varlıklı bir aileden gelen Kıpti Hıristiyan Antonuis, varını yoğunu satıyor, ihtiyacı olanlara dağıtıyor sonra da boş bir mezara kendisini kapatıyordu.

Bu düşünce ile dünyadan tümüyle el çekenler ise kökü Arapça olan “keşiş” ismiyle tanımlanıyordu. Lakin manastırcılık, yerleşik kiliseye bir tehdit oluşturuyordu ve bu yüzden keşişler de yine Cyril Alexander Mango’nun tespitiyle “İsa’nın buyruklarına uyan bir Hıristiyan din dışı kişi” olarak tanımlanıyordu.

MADDİ GÜVENLİK

Peki, manastırlar nasıl bir çalışıyordu ve neden geniş bir coğrafyada kısa sürede toplum nezdinde önemli bir dini kurum haline geliyordu? Gerek Roma İmparatorluğu gerekse Bizans döneminde ağır vergi yüklerinden kurtulmak için yaşadığı köyleri terk edenlerin imdadına manastırlar yetişiyordu. Yine çeşitli suçlara karışanların, kaçak kölelerin de sorgusuz sualsiz kabul edildiği manastırlar, sakinlerine yani keşişlerine standart bir maddi güvenlik sunuyordu. Kimi askeri düzende, kimi serbest olmak üzere manastırlar ilerleyen yıllarda, el sanatları gibi tarımsal üretimleriyle de ciddi bir iktisadi teşekkül haline geliyordu. Özellikle bağışlarla elde ettikleri arazilerde yürüttükleri tarımsal faaliyetler, ekonomik açıdan büyük önem taşıyordu.

Lakin manastırların ve keşişlerin yaydığı ideoloji ve bu ideolojinin toplumdaki kültürel etkileri özellikle Bizans döneminde hem kilise yönetimini hem de politik gücü elinde bulunduran devlet yöneticilerini rahatsız ediyordu. Özellikle 8. yüzyıldan itibaren manastırların toplumda kazandığı itibar gibi tarım ve ticarette vergiye tabi olmamaları, zamanla vergi toplama alanı daralan Bizans yönetimini rahatsız ediyordu. Nitekim çıkartılan çeşitli yasa ve fermanlarla, manastırlara yapılan bağışlar engellenmeye çalışılıyor, gün geliyor devlet yönetimi bu dini toplulukların mülklerine el koyabiliyordu.

KEŞİŞLER VE İKONLAR

Bir şilte, iki yakasız gömlek, bir başlık, bir iki temel gereç dışında ve yatacak yeri dışında hiçbir şeyi bulunmayan keşişlerin, genelde çevresi surlarla çevrili, bir şapeli, bir yemekhanesi ve bir hasta odası bulunan manastırlarda dini hayata dair yaptıkları resimler, heykeller, süslemeler yani ikonlar da 8. yüzyılın başlarından itibaren Bizans inanç dünyasının önemli kutsal değerleri haline geliyordu.

Peki, İkonlar nasıl bir tartışmanın konusu oluyordu? Öncesinde “İkon”un tanımını yapmamız gerekiyor. Oxford Sözlüğüne göre İkon; Ortodoks Hıristiyanlarda, Hazreti İsa, Meryem Ana’ya da Hıristiyan ermişlerinin, geleneksel olarak tahta üzerine yapılmış, kutsal kabul edilen resimlerine ya da küçük heykellerine verilen ad…

Bizans İmparatorluk Tarihi isimli kitabında Araştırmacı-Yazar Radi Dikici ise ikon kelimesini şu şekilde tarif ediyor:

“İkon kelimesi Grekçe eikon kelimesinden gelmektedir. Grekçe konuşan Roma İmparatorluğu ve hatta Hıristiyanlıktan da önce eikon kelimesi insan portresi anlamına geliyordu. Bizans dünyası ikon kelimesini dini portre ve manzara resimleri şeklinde kabul etmiştir. Bunlar genellikle tahta paneller üzerine çeşitli boya tekniğiyle Meryem Ana’yı, İsa’yı ve Ortodoks azizleri gösteren resimlerdir. Ve Ortodoks âlemi tarafından kutsal olarak kabul edilmektedir.”

SANAT, DİN VE DÜŞMANLIK

John Julius Norwich’in Bizans Erken Dönem kitabında okura yönelttiği “Sanat dinin dostu mudur, yoksa sinsi düşmanı mı?” şeklindeki soruya günümüzde bile tek bir cevabı verebilmenin mümkün olmadığını hatırlatarak, 7. yüzyılın sonlarından itibaren alevlenen teolojik tartışmanın konusu şu oluyordu:

“İsa’nın, kutsal Meryem’in ve azizlerin ikonlarına ve kutsal heykellerine tapmak günah mıydı, değil miydi?”

İşte bu tartışmalar sürerken Bizans tahtına, Suriye kökenli İmparator III. Leon oturuyordu. 25 Mart 717’de tahta çıkar çıkmaz, Bizans’ta son 20 yılda yaşanan ve genelde ordunun müdahil olduğu taht kavgaları ile ülkede ve özellikle de İstanbul’daki anarşi dönemini sona erdiriyordu. 32 yaşında askeri strateji ve diplomasi konularında ciddi bilgi ve deneyime sahip olan III. Leon, sadece dini tartışmaları sona erdiremiyordu. Çünkü Monofizit bir inanca sahip olduğu için ister istemez tartışmanın tarafı haline geliyordu.

Ortalama monofizit inanca sahip bir Bizanslı için özellikle ikon konusuna bakış şu şekilde dile getiriliyordu:

“İsa’nın ilahi ve beşerî olmak üzere iki farklı doğası var. Lakin ilahi olan doğanın beşerî olan doğadan daha üstün olduğu için onu dönüştürmüştür. Yani İsa’da sadece tanrısal doğa kalmış ve insani özelliklerini yitirmiştir. Dolayısıyla İsa’nın bir insan olarak resmedilmesi doğru değildir…”

SURLARDAKİ MERYEM

Dolayısıyla monofizit İmparator III. Leon, ikon karşıtıydı, lakin İstanbul gibi bütün Bizans topraklarında manastırların saygın bir yeri olduğu gibi ikona kültürü bütün ülkede önüne geçilemez hale gelmiş, tebaası kutsal sayılan bu imgelere tapıyordu. Hatta Emevi Halifesi Süleyman, 120 bin kişilik ordu ve bin 800 parçadan oluşan donanmasıyla İstanbul’u kuşattığında (5 Ağustos 717) şehrin surlarında, başkentin en fazla mucize gösteren ikonlarından biri olarak kabul edilen “yol gösteren Meryem” (hodegetria) dolaştırılıyordu. Böylelikle askerlere moral ve cesaret aşılanıyordu.

Savaş koşullarında bir ikondan istifade edilmesine ses çıkarmayan ve nihayetinde uzun süren ağır kış koşullarında İstanbul’u alamayan Emevi ordusuna ağır bir kayıp yaşatan III. Leon, 723’te Halife Yezid’in kendisini iyileştiren Yahudi hekime verdiği söz üzerine bütün İslam diyarındaki kilise ve evlerdeki ikonlara yasak getirmesini “Hıristiyanların yeryüzündeki temsilcisi” olmasına rağmen sesini çıkarmıyordu.

KAPIDAN İNDİRİLEN İKON

Belki Suriye kökenli olması ve bölgedeki Yahudi ve Müslümanların tasvir ya da putları şiddetle reddetmesinin etkisinden olsa gerek, fırsat kollayan III.Leon 726’da Ege Denizi’nde Thera (muğla-Marmaris) Antik Kenti yakınlarındaki bir volkanın birden faaliyete geçmesini, “İkonalara tapınanlar yüzünden tanrının bir cezası olduğunu” öne sürüyor ve harekete geçiyordu. İkon taraftarlarının Musa’nın On Emir’indeki “oyma put yapmayacaksın ve onlara tapınmayacaksın” hükmüne karşı çıkacak kadar ileri gittiğini düşünen İmparator, en nihayetinde Bizans Sarayı’nın ana giriş kapısında (Khalke/Halki) yer alan İsa’nın altından devasa ikonunun sökülmesi talimatını veriyordu.

Ancak bu karar, bütün Bizans ülkesinde ikon taraftarlarının ayaklanmasına neden oluyordu. Daha sarayın kapısındaki ikonun sökülmesi sırasında, kadınlar görevli müfrezeye saldırıyor, askerlerin birkaçını öldürüyor, İmparatorun “kutsal nesnelere hakaret haberi” duyulunca da Ege donanması ve Yunanistan’daki Hellas Teması’nın ordusu ayaklanıyor, başkente doğru yürüyüşe geçiyordu.

İmparator III. Leon, İstanbul’a yürüyen ordu dahil, ikon taraftarlarının bütün eylemleri zamanla bastırılıyor, ülkesini bir iç savaşın eşiğinden döndürmeyi başarıyordu. Ancak kararlıydı ve ikonları yok edilmesi gerektiği inancından asla taviz vermiyordu. Nitekim 730’da önce ikon taraftarı yani ikonodül olan Patrik Germanos’u görevden alıyor, yerine kendisi gibi düşünen Anastasios atıyor ve yasak konusundaki ilk ve son fermanını yayınlıyordu.

Artık ok yaydan çıkmıştı ve bütün tasvirler yani ikonlar imha edilecekti. İtaat etmeyenler tutuklanacak ve en ağır cezalara çarptırılacak, ikonlara tapınmaya devam edenlere ise merhamet gösterilmeyecekti. Bu fermanın ardından doğudaki manastırlar büyük darbe yiyor, keşişler yanlarında taşıyabildikleri ikonlarla birlikte ağırlıklı olarak ikonodül olan Yunanistan ve İtalya’ya kaçarken, bir bölümü de Kapadokya ile Bithynia Olympos’una yani Uludağ’a sığınıyordu.

Bu sırada Batı’daki ikonodül Papa III. Gregorius, tasvir kırıcıları aforoz etmesi ipleri iyice geriyor, İmparator papayı tutuklama kararı alıyordu. Lakin III. Leon’un papayı tutuklamak üzere gönderdiği askeri gemiler, Adriyatik Denizi’nde batıyordu ama bir şey yapılmasına gerek kalmadan III. Gregorius eceline yenik düşüyordu. Kendisiyle aynı ismi taşıyan halefi de III. Gregorius gibi ikon karşıtlarına karşı aynı tutumu sergileyip kutsal nesnelere el uzatanları kınayınca, zaten gergin olan Doğu ve Batı kiliseleri arasındaki düşmanlık daha da derinleşiyordu.

HİERA SARAYINDAKİ MECLİS

III. Leon, 741’de vefat ettiğinde yerine 23 yaşındaki oğlu V. Konstantinos geçiyor, lakin yeni imparatorun da ikon ve ikonlara tapınanlara karşı tavrı değişmiyordu. V. Konstantinos, 10 Şubat 754’te İstanbul Kadıköy’deki Hiera Sarayı’nda ekümenik başlığıyla din adamlarından bir meclis topluyordu. Toplam 338 din adamının, Ephesos Piskoposu başkanlığındaki müzakereleri tam 7 ay sürüyordu. 29 Ağustos 754’te meclisin oybirliği ile aldığı karar şu şekilde açıklanıyordu:

“İsa’nın ilahi ve cismani nitelikleri birbirinden ayrı tutulamaz ve sınırlandırılamaz. Bu nedenle İsa’nın yalnızca cismani doğasını ele alarak onu sınırlayan İsa ikonaları din dışıdır. Meryem ve azizlerin resimleri de putperestliğe çalıyor, kullanılamaz”

Böylelikle tasvirlerin hepsinin imha edilmesi emri bu kez din adamlarınca onaylanıyor ve ikon sevdalılarına “ismi lazım değiller” adını takan V. Konstantinos’un bu kararına direnenler, hiç merhamet edilmeden cezalandırılıyordu. Ülke genelinde ikonsever bütün keşiş ve rahibelere evlilik baskısı yapılıyor, karşı gelenler sürgüne gönderiliyor ya da yağ dökülen, balmumu sürülen sakallarından ateşe veriliyordu. Kütüphaneleri yakılan manastırlardaki altın ve gümüş takdis kapıları satışa çıkarılıyor, hasılat ise imparatora gönderiliyordu.

İKONODÜL İMPARATORİÇE

775’te vefat eden V. Konstantinos’un yerine geçen oğlu IV. Leon da babası gibi ikon karşıtı tavrını sürdürüyordu ancak 780’de tüberküloz hastalığından vefat ettiğinde saltanatı sadece 5 yılla sınırlı kalıyordu. Ardından 9 yaşındaki oğlu VI. Konstantinos, naibi olarak annesi yani IV. Leon’un Atinalı eşi İrene ile birlikte Bizans’ın ortak hakimi oluyordu.

Lakin ikonolazm yani tasvir kırıcılık döneminin de yavaş yavaş sonuna geliniyordu. Çünkü devleti kısa sürede eline geçiren İmparatoriçe İrene, gizli bir ikonodül idi ve 70 yıldır uygulanan devlet politikasını değiştirmek istiyordu. Nitekim devlet ve ordu yönetimindeki ikon karşıtı görevlileri tek tek görevden uzaklaştıran İrene, surlarla çevrili güvenli bir şehir olan İznik’te 787’de 7. Ekümenik Konsili toplamayı başarıyordu. Papalığında temsilci gönderdiği 7. Kilise Konseyi’nde Patrik Tarasios başkanlığındaki meclis, III. Leon’un ikonoklast imparatorluk fermanı ve Hieria Konsili’nin ikonoklast tebliğini mahkûm eden kararıyla birlikte Bizans İmparatorluğu sınırlarında ikona inancına serbestiyet tanıyor ve ilk ikonoklazma dönemini sona erdiriyordu.

Lakin annesinin gölgesinde kalan VI. Konstantinos, devleti tek başına yönetmek isteyince İmparatoriçe İrene ile yetki savaşına girişiyordu. İkon karşıtı bazı devlet görevlileriyle ordu mensupları gibi Anadolu’daki temaların (eyaletlerin) desteğiyle VI. Konstantinos, Ekim 790’da tek başına hükümdar ilan ediliyordu. Oğluna karşı her türlü entrikayı çeviren ve gelinen durumun ülkede bir iç savaşa neden olabileceğini fark eden İrene ise, çaresiz VI. Konstantinos’un otoritesini kabul etmek zorunda kalıyordu. Lakin doğru dürüst askeri bir eğitim görmeyen, hep annesiyle devlet görevlilerinin gölgesinde büyüyen VI. Konstantinos için işler iyiye gitmiyordu. Abbasi Halifesi Harun Reşit, 791’de Bizans’ın doğu eyaletlerini tekrar ele geçiriyor, bu ilerleyişi durduramayan VI. Konstantinos, ağır bir haraç karşılığında İslam Devleti ile barış anlaşması imzalıyordu.

 MARKELLAİ SAVAŞI

Halk gözünde kaybettiği prestiji kazanıp, iktidarını devam ettirebilmek için VI. Konstantinos’a askeri bir zafer gerekiyordu. Bunun üzerine bizzat kendisinin idare ettiği orduyla 792’de Bulgarların üzerine yürüyen VI. Konstantinos, Markellai Savaşı’nda ağır bir yenilgi alınca kendi sonunu da hazırlamış oluyordu. Hazinesini, çadırını ve askerlerini savaş meydanında bırakıp canını kurtaran VI. Konstantinos, zor bela İstanbul’a ulaşıyordu. Ve en sonunda VI. Konstantinos, baskılara dayanamıyor ve annesini yeniden göreve davet ediyordu. Ancak İmparatoriçe İrene oğlundan intikam almaya kararlıydı ve zamanla VI. Konstantinos’un arkasındaki Anadolu temalarının desteğini de tamamen yok ediyordu. Tarihler 797’yi gösterdiğinde İrene’nin entrikaları sonucu öldürüleceğini anlayan VI. Konstantinos, kaçmaya çalıştığı sırada yakalanıyor ve gözleri kör ediliyordu. Böylelikle Bizans, tam anlamıyla ikonodül İmparatoriçe İrene’nin tek başına hakimiyetine geçiyordu.

İmparatoriçe İrene 802’de vefatından önce III. Leon’un kaldırdığı İsa’nın altından devasa bir ikonunu, yeniden Bizans Sarayı’nın ana girişi kapısına taktırıyordu. İrene sonrası tahta sırasıyla 802-811 yılları arasında I. Nikiforos, 811-813 tarihleri arasında ise I. Mihail çıkıyordu. Bulgar Hanı Krum karşısında aldığı ağır yenilgi sonrası 1. Mihail’i tahtan indiren General Leon, Bizans’ın yeni imparatoru ilan ediliyordu.

İKİNCİ İKONOLAZMA

  1. Leon olarak tahta çıkan yeni imparator, kendisi gibi bir doğulu olan III. Leon’un başlattığı ikonolazma hareketine kaldığı yerden devam ettirme kararı alıyordu. Temel politikasını Bizans ordusunu yeniden sağlamlaştırmak ve ikonoklazmı ihya etmek olarak belirleyen V. Leon, bütün askeri hezimetlerin sebebini putperestliğe dönüşe, yani yeniden ikonlara tapınmaya bağlıyordu. Nitekim V.Leon, İmparatoriçe İrene’nin yeniden Bizans Sarayı’nın Halki Kapısına taktırdığı İsa ikonasını indirterek, ikinci ikonolazma yani tasvir kırıcılarılar dönemini resmen başlatıyordu. Lakin V. Leon’un bu hamlesi, o tarihlerde birbiriyle çekişmekte olan kilise ve manastır hiziplerini birleştirerek imparatorun kiliseye boyun eğdirmek üzere yürüttüğü politikayı dirençle karşılıyordu. Keşişler imparatorun bu kararı karşısında her yerde propaganda yaparken, devlet görevlileri de ülkenin dört bir yanındaki putları, tasvirleri yerle bir ediyordu. V. Leon’un 820’nin noelinde Ayasofya’daki ayin sırasında kendi adamları tarafından öldürülmesinden sonra tahta çıkan II. Mihail ve ardılı İmparator Theofilos devrinde de süren ikon karşıtı tutum, III. Mihail ve Theodora devrine kadar sürüyordu.

YİNE BİR İMPARATORİÇE

Theofilos’un 20 Ocak 842’de dizanteriden ölümüyle birlikte oğlu III. Mihail’in imparator olmasına karşın henüz 3 yaşında olması sebebiyle annesi Theodora naip olarak idareyi ele alıyordu. Theodora iki kardeşi Bardas ve Petronas ile birlikte ilk olarak ikona kültü meselesine eğiliyordu. Kocasının güvendiği patrik VII. İoannis’i azleden ve bu makama İmparator Theofilos tarafından işkence ettirilen I. Methodios’u atayan Theodora, 11 Mart 843’te topladığı din adamları meclisine İznik’teki 7. Konsil toplantısında alınan ve ikonları serbest bırakan kararları teyit ettirerek, Bizans İmparatorluğu’nda ikinci ikonoklazma devresini sona erdiriyordu.

Her iki ikonolazma döneminde de en dikkat çekici direniş merkezlerinden biri Bithinya’daki Olympos yani Uludağ idi. Uludağ’daki manastırlardan çıkan Aziz Theodoros, Aziz Platon, Aziz Methodios, Aziz İonnikios ve Slavların havari olarak kabul ettiği Aziz Methodios direniş yıllarında öne çıkan isimleri arasında sıralanıyordu.

OLYMPOS’UN EN TANINMIŞI

Olympos’un en tanınmış keşişlerinde biri ise bugün Katolik ve Ortodoks dünyasının Büyük Aziz olarak kabul ettiği İoannikios’tu. 762’de Bursa’da fakir bir hanede doğan ve herhangi bir eğitim görmeyen İoannikios, çocukluğunu çobanlık yaparak geçiriyordu. Bizans ordusunda askerliğini yaparken, İmparator VI. Konstantinos komutasındaki ordunun bir mensubu olarak Markellai Savaşı’na katılıyor, Bulgarlar karşısında alınan ağır yenilgi sonrasında 792’de Olympos’un (Uludağ) batısındaki Atroa’da (Misi civarı) yer alan Antidion Manastırı’nda (Üçevler’in üstündeki bir bölgede) inzivaya çekiliyordu. 2 yıl sonra da yine Uludağ’da herkesten uzak yeni bir inziva yeri bulan Aziz İoannikios, 846’da vefatına kadar yaşamının büyük bölümünü gezginlikle geçiriyordu.

İoannikios, çoğu kez ejderler, yılanlar ya da kötü ruhların mesken tuttuğuna inanılan mağaralarda kalıyor ve halk arasında O’nunla ilgili sayısız hikaye anlatılıyordu. Örneğin İoannikios’un bir ejderi haç işaretiyle öldürdüğü, bir diğer mağarada mucizevi kudretini vahşi hayvanları tüm gece yanlarında uyuyacak kadar uysallaştırarak gösterdiği anlatılıyordu. Rivayetlere göre İoannikios, çilesini katlamak adına bir süre kendisini mağaradaki kayalara 11 metre uzunluğunda bir zincirle bağlıyor ve ömrünün 3 yılını bu şekilde geçiriyordu. Birçok kaynakta İoannikios, şu şekilde anlatılıyor:

UÇAN VE GÖRÜNMEZ AZİZ!

“Hücresinden çıkmamaya yemin eden bir münzevi olarak yaşamıştır. Bir keresinde inzivaya çekilmek için özellikle yakınında su kaynağı bulunmayan bir mağarayı seçen İoannikios, her zaman bedenini açlık, susuzluk, soğuk ve çıplaklığa maruz bırakarak çilesini katlayabileceği zor koşullarda yaşamaktan zevk almıştır. İoannikios’un kutsiyeti kendini çeşitli şekillerde ortaya koymuştur. Havaya yükselme, görünmez olma ve insanların ölümlerini önceden sezme kabiliyetlerine sahip bu ermiş, aynı zamanda hayvanlar üzerindeki efsanevi gücüyle de nam salmıştır. Bir yaban keçisinin elinden tuz yediği ve uzattığı bir tas suyu hararetle içtiği söylenir. Bir defasında büyük bir ayı sükunetle yakınındaki köylülerin pikniğine katılmış ve ayrılırken ermiş önünde saygıyla eğilmiştir. Dahası bir müridin şiddetli burun kanamasını durdurması gibi İoannikios’a atfedilen birçok hekimlik mucizesi de bulunmaktadır.”

İkonolazm döneminin ilk kırılma noktasından biri olan ve İmparatoriçe İrene’nin tek başına devleti yönetme yetkisini almasının kapısını açan Bulgar Savaşı’na katılan Aziz İoannikios, ikinci kırılma noktasında ise İmparator Theofilos tarafından işkence ettirilen I. Methodios’un Theodora tarafından patrik olarak atanması için yoğun bir çalışma içerisine giriyor ve bunu da başarıyordu.

Kaynaklar

1-Cyril Mango- Bizans Yeni Roma İmparatorluğu-Çeviren Gül Çağalı Güven-Yapı Kredi Yayınları-1. Baskı 2008-İstanbul

2-Radi Dikici- Bizans İmparatorluk Tarihi- Remzi Kitabevi-7. Baskı 2013

3-Jonh Julius Norwich-Bizans Erken Dönemi-Kabalcı Yayınevi-2013-İstanbul.

4-Jonh Julius Norwich-Bizans Yükseliş Dönemi-Kabalcı Yayınevi-2012-İstanbul

5-Dr. Osman Şevki- Bursa ve Uludağ-Bursa İl Özel İdaresi-2012 Ankara

6-Engin Ayürek/Koray Durak Bizans Döneminde Anadolu-(Bizans Anadolusunda Azizler ve Azizlik-Alice Mary Talbot)- Yapı Kredi Yayınları-İstanbul 2021

7-Alexander P. Kazhdan-The Oxford Divtionary of Byzantium Volume 2Owford University Press- New York-1991

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.