SON DAKİKA
Hava Durumu

SÜHEYLA VE İHSAN ÇİZAKÇA AŞKI’NDAN DOĞAN BİR EĞİTİM YUVASININ HİKÂYESİ

Bursalıların iyi bildikleri ama biraz da unuttukları, Bursa’ya değer katan iki eğitim neferinin unutulmaması gereken hikâyesi bu. Bursa’nın eğitim tarihine imzalarını atmış, hatta marka olmuş, pek çok değerli öğrenci yetiştirmiş öğretmen çift. Bursa’nın ilk özel okul kurucuları Mehmet İhsan ve Süheyla Çizakça’nın hikâyesini araştırmacı Kerim Bayramoğlu sayfalarımıza taşıdı…

Haber Giriş Tarihi: 23.04.2022 15:26
Haber Güncellenme Tarihi: 23.04.2022 15:26
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.bursasehrengiz.com/
SÜHEYLA VE İHSAN ÇİZAKÇA AŞKI’NDAN DOĞAN BİR EĞİTİM YUVASININ HİKÂYESİ

 BURSA’NIN İLK ÖZEL OKULU ‘ÖZEL YENİ OKUL’…

Kerim Bayramoğlu-Araştırmacı Yazar

 İyi günde kötü günde, hayatı birlikte yaşayan Çizakça çifti, İhsan Bey öldükten sonra da kıymetli eşinin varlığını her zaman hisseden bir kadın Süheyla Çizakça…Genç yaşta ölen eşinin ideallerini sürdürebilmek için her türlü sıkıntıya katlanıp mücadele eden bu kadın portresinin yanında; Bursa’nın eğitim tarihine ismini altın harflerle yazdırmış, gerek öğretmenliği, gerekse yapmış olduğu birbirinden güzel Bursa konulu afişleri ve tasarımlarıyla hiç bir zaman unutulmamış bir eğitimci Mehmet İhsan Çizakça.

(Fotoğraf: Sabahattin Özcan albümünden.)

SÜHEYLA ÇİZAKÇA’NIN HAYATI

Süheyla Çizakça,1 Kasım 1918’de İstanbul’da dünyaya geldi. Mualla isminde bir ablası ve Gülseven isminde bir de erkek kardeşi olan Süheyla Hanım’ın annesi Behire Hanım, Tanzimat devrinde Avrupa’ya ilk gönderilen hekimlerden Operatör Dr. Hayrettin Paşa’nın kızıydı. Babası Asım Tevfik (Sonumut) ise Mekteb-i Sultani’den (Galatasaray Lisesi) eğitim almış, Tevfik Fikret gibi büyük hocalardan her zaman takdir görmüş okulun en başarılı ve en müteşebbis öğrencisi olmuştu.

Asım Tevfik Bey, Galatasaray Lisesi’nde öğrenciyken Ali Samiyen ve Emin Bülent’le birlikte Galatasaray Spor Kulübünün kurucuları arasında yer almıştı. Hatta takımın ilk formaları Asım Tevfik Bey’in annesi Ayşe Hacer hanımın elleriyle dikilmişti.

Asım Tevfik Bey önce memuriyet hayatında bulundu. Daha sonra ticaretle uğraşmaya başladı. Süheyla Çizakça “Bir Ömür Yetmiyor ki...” kitabında babasının ticari hayatını şöyle anlatıyordu:  “...En yüksek maaşlarla, en büyük memuriyetler bile ona yetmiyordu. Karakteri, merhameti, insanlara sonsuz güveni, O’nun iyi bir tüccar olmasına engel olduğu halde o ticaret yapıyordu... Bir ara Fransız şirketi adına İstanbul ve İzmir Limanlarından kömür ihraç ettiğini, bir seferinde 16 bin altın kazandığını çok dinledim. Sonra Kırım’dan çok süt veren 27 inek getirerek mandıra açtı (aşevleri). Bugün pek çok şehrimizde olan ayakta süt içilen, kahvaltı edilen bu yer aynı zamanda çok ucuzdu. Bu güzel teşebbüs herkese ikram, fakir fukaradan para almamak neticesi pek çabuk iflasla kapandı.”

ÇOCUKLUK YILLARI

İzmir’in Tire Kazası’nın Darmara Köyü’nde Mektebi Sultani (Galatasaray Lisesi) Müdürü Ayan Meclisi Azası Vak’a Nüvist Abdurrahman Şeref Bey’in çocuklarıyla beraber ortak bir çiftlik satın alan Asım Bey, ailesini de alıp burada yaşamaya başladı. Çiftlik hayatı zorlu oldu, maddi durumları da çok iyi değildi. Fransa’dan alınan traktör, biçerbağlar gibi tarım makinelerinin büyük borçları vardı. Süheyla Hanım’ın ablası Mualla ortaokula gitmesi gerektiği halde gidemedi. İstanbul’daki dayıları, Mualla’nın ortaokula gidebilmesi için onları davet etti. Anne Behire Hanım, üç çocuğunu da yanına alıp İstanbul’un yolunu tuttu ve abla Mualla okula başladı. Birkaç ay sonra Süheyla Hanım ile birlikte Kızamık hastalığına yakalanan erkek kardeşi tüm tedaviye rağmen hastalığın zatürreye çevirmesi ile vefat etti.

YENİ BİR DÖNEM

Süheyla Hanım altı yaşındayken anne ve babası 17 yıllık evliliklerine son verdi. Babaları Asım Tevfik Bey iki kızını da yanına alarak İzmir’e gitti. İzmir Erkek Lisesi’nde Matematik ve Fransızca öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Aynı zamanda bir Fransız şirketinde mütercimlik (çevirmenlik) işini de yaptı. Bu arada Süheyla Hanım’ın ablası İzmir Kız Lisesi’ne, Süheyla Hanım da ilkokula başladı. Babaanneleri Ayşe Hacer Hanım, torunlarının annesizliğini unutturmak için elinden geleni yapmaya çalıştı.

Anne Behire Hanım, henüz 42 yaşında hayata gözlerini kaparken arkasında ikinci eşinden Refah ve Saadet isimlerinde bir kız bir erkek, iki evlat daha bıraktı.

FARKLI FARKLI OKULLARDA

İlkokul birinci sınıfta eski yazı (Osmanlıca), ikinci sınıfta ise yeni yazıyla eğitim gören Süheyla Hanım, üçüncü sınıfa geçtiğinde babası tarafından Hospital Frances isimli Fransız Hastanesi’ne ait bir Fransız okuluna yazdırıldı. Bu okulu şöyle anlatıyordu: “Her şey ezberletiliyordu, manasını anlamadan, her şeyi bülbül gibi ezberliyordum. Hafızam çok kuvvetli olduğu için bu işi çok mükemmel beceriyordum. Eninde sonunda Fransızcayı ezbercilikle de olsa öğrenecektim. Sistemleri böyle idi. Fakat babam, hatalı bir iş daha yaptı, beni Fransız mektebinden aldı; bütün yaz ders çalıştırarak ilkokul beşinci sınıfta imtihana soktu. Böylece sene kaybetmemiş oldum, ama Fransızcayı da öğrenemedim”.

Süheyla Hanım, “İzmir Kız Lisesi”nin orta sınıfına yatılı olarak başladı. Sınıfın en çalışkan öğrencilerinden biri idi. Bu arada babası Asım Tevfik Bey’in, İstanbul’da Selçuk Kız Enstitüsü’ne Müdür olarak tayini çıkması üzerine istemediği halde Süheyla’yı kendi okuluna kaydettirdi. Enstitüde, sanat derslerinde başarılı olamasa da, akademik derslerin hepsinde çok başarılı notlar alan Süheyla Hanım, anılarında “Sanat derslerine hiç kabiliyetim yoktu. Beceriksiz bir çocuktum. Enstitü bana göre değildi, ama çarem de yoktu. İlk karneleri aldığımda nazari (akademik) derslerimin hepsi 10, sanat derslerimin hepsi kırıktı...” diyordu.  

Zorbela geçtiği okulun üçüncü sınıfında alan seçmesi gerektiğinde kendi deyimi ile “Yegâne” başarılı olduğu “Çiçek” dalını seçti. Birbirinden güzel çiçekler hazırlıyordu, “...En güzel renkleri bir ressam gibi buluyordum, yaptığım çiçekler aslından farksız gibi oluyordu...”

Çiçek dersinde başarılı olmasına rağmen diğer sanat derslerinde arkadaşlarının yardımı kaçınılmaz olmuştu. Yıllar sonra kaleme aldığı kitabında bu yılları anlatırken: “Sanat derslerimdeki ödevlerimi çoğu zaman arkadaşlarım yapardı. Ben de onların sevgililerine aşk mektupları yazar veya anlayamadıkları nazari dersleri öğretmeye çalışırdım” yazıyordu.

İLK ENSTİTÜ DEFİLESİ

Kız Enstitüsü Müdürü Asım Tevfik Bey o yıllarda Türkiye’de ilk defa Kız Enstitülerinde defile (elbise geçidi) organizasyonu yaparak bir ilki gerçekleştirmişti. Yapılan defilenin mankenlerinden biri de Süheyla Hanım oldu. O kadar güzel ve göz kamaştırıcıydı ki Fransız Dikiş Atölyesi Şefi Matmazel Lalia “Keşke sana başka elbiseler de giydirseydim. Çok iyi yürüdün, çok güzel manken oldun” demekten kendisini alamamıştı.

Son sınıfın son imtihanı yemek pişirme idi. 25 kişilik bir masaya milföy hamuru hazırlamaya çalıştı. 25 adet olması gereken börekten ancak 10 tane yapabildi. Baştaki 10 kişiye servisini yaptıktan sonra kalan 15 kişiden özür diledi. Ağlayarak ayrılırken öğretmenleri onu mezun etmişti.

‘SELÇUK PAZARI’

1937 yılında 57 arkadaşı ile mezun oldu. Selçuk Kız Enstitüsü, fakir bir muhitte olduğu için arkadaşlarının çoğu okulun ve Kızılay’ın verdiği destekle okuyan öğrencilerdi. Okul Müdürü olan Asım Tevfik Bey, 57 mezunu toplayarak bir ortaklık gerçekleştirdi. “Selçuk Pazarı” adıyla bir giyim atölyesi kuruldu. Bu atölyenin açılması çok da kolay olmamıştı; Süheyla Hanım, o günleri şöyle anlatıyordu: “...Verebilenler 15’er lira, veremeyenler emekleriyle ortaklığa katıldılar... Fakat bu mükemmel iş yerinin dekore edilmesi vs. işleri için arkadaşlardan alınan 15’er lira yetişmemiş, babam da şahsen bir hayli borca girmişti”.

Zorluklarla açılan atölye kısa zamanda İstanbul’un tüm zengin insanlarının geldiği bir yer oldu. Dikiş atölyesinin şefi meşhur bir Fransız terziydi. Özellikle kızını evlendirecek zenginler çiçeğinden, çamaşırına, gelinliğinden, nakışına kadar tüm ihtiyaçlarını temin edebiliyorlardı.

“KIZIM KAPAK YILDIZI DEĞİL!”

Zengin müşteriler arasında dönemin meşhur “Radyolin Diş Macunu”nun sahibi Necip Akar’ın eşi Münevver Hanım’da vardı. Duvarda, Süheyla Hanım’ın muntazam dişleriyle gülümseyen fotoğrafını görünce dikkatini çekti ve eşine göstermek için aldı. Ertesi gün geldiğinde Münevver Hanım fotoğrafı Radyolin Diş Macunu reklamında kullanmak istediklerini ve bunun karşılığında 500 lira vereceklerini söyledi. Maddi durumları oldukça sıkıntılı olan aile için 500 lira çok büyük bir para idi. Süheyla Hanım o olaydan da kitabında bahsetmişti: “O para ile güzel bir ev alabilirdik. Etin kilosu 25 kuruştu. Teklife benim gibi babaanneciğim de pek sevindi... O gece hep hayaller kurduk. Pek çok ihtiyacımızı aldıktan başka bir de kendimize göre küçük bir ev alacaktık. Hafta sonunu iple çektik, babam Bursa’dan geldi. Müjdeyi babaanneciğimle verdik...

Asım Tevfik (Sonumut) Bey, bu dönemlerde İstanbul Selçuk Kız Enstitüsü Müdürlüğü’nden, Bursa Erkek Sanat Enstitüsü Fransızca Öğretmenliği’ne tayin edildi. Tabiri caizse sürülmüştü. Gerekçe ise fazla fedakârlığı ve dürüstlüğü idi. Süheyla Hanım ve Babaannesi Ayşe Hacer Hanım büyük bir heyecan ve sevinç içinde müjdeli haberi verdiklerinde Asım Tevfik Bey “Benim kızım kapak yıldızı değildir” diyerek hayallerini bir anda yok etmişti.  

Beyoğlu’ndaki Selçuk Pazarı’nda çalışmalar devam ederken, Asım Tevfik Bey’in yanlarında olmaması işleri zorlaştırmış, tüm sorumluluk henüz 18 yaşında olan Süheyla’nın omuzlarına binmişti. Süheyla Hanım kitabında: “Beyoğlu gibi bir semtte 57 genç kız başsız, kontrolsüz kaldık. Bir yığın genç, hatta yaşlı kimseler peşimizden koşar oldular. Bazı arkadaşlarımız işlerini eve götürüp yapmaya, bitirince getirmeye başladılar. Müşteri gelince işi göremiyor, bu yüzden birçok aksaklıklar oluyordu. Babam, her akşam defterleri tutar, hesapları alırdı. Atölye’nin bütün sorumlulukları bana kaldı” diyordu.

STAJYER ÖĞRETMEN SÜHEYLA

Anlaşılan o ki, Süheyla Hanım için şartlar zorlaştıkça atölyeyi yaşatmak artık mümkün görünmüyordu. Atölye kapanırken, Enstitüsü mezunları için bir imtihan açıldı. Süheyla Hanım için büyük bir fırsattı ve deli gibi sınava hazırlandı. 37 kişi girdikleri imtihanda derece alan 3 kişiden biri oldu. Tercih hakkı tanınınca Bursa’da öğretmenlik yapan babası Asım Tevfik Bey’in yanına gitmeye karar verdi. Bursa Necatibey Kız Enstitüsü’nde stajyer öğretmen olarak göreve başladığında yıl 1938’di. Okulun en genç öğretmeni idi ve öğrenciler tarafından çok sevildi. Hatta kendisi bu konuyu kitabında şöyle tanımlar; “Arkadaşlarla, öğrencilerle hemen anlaştım. Okulun en genç öğretmeniydim. Yazım güzeldi, güzel konuşma yeteneğim vardı, kısa zamanda kendimi kabul ettirdim. Halk kürsülerinde çeşitli yerlerde konuşmalar yapıyor, şiirler okuyordum”.

MEHMET İHSAN ÇİZAKÇA İLE

Süheyla Hanım’ın okuldaki aktif çalışmaları ve etrafındakilere gösterdiği neşesi herkes tarafından dikkat çekerken, o yıllarda Necatibey Kız Enstitüsü’nde Resim öğretmenliği yapan Mehmet İhsan Çizakça ile arkadaş oldu.

Mehmet İhsan Çizakça, 1911 yılında İstanbul’da doğmuş, İstanbul Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdikten sonra Bursa Necatibey Kız Enstitüsü’nde göreve başlamıştı. Yetenekli, çalışkan ve bir o kadar da otoriterdi. Öğretmenliği ve başarıları ile Süheyla Hanımı kendisine hayran bırakmıştı. Süheyla Hanım o hayranlığını şu ifadelerle anlatmıştır: “Öğrencilerine karşı içten bir dostluğu vardı. Bütün bu yakınlığa rağmen en çekinilen, en sayılan öğretmendi. Bunu nasıl başardığına şaşırırdım. Hele idare tarafından herhangi bir nedenle Çizakça’nın sınıfına girmem gerektiğinde, diğer sınıfların hiç birinde görmediğim bir saygı görüyordum. Öğrenciler, bir saniyede ayağa kalkıyor, adeta nefessiz hazır ol vaziyetinde duruyorlardı. Ben de şaşırıyor, kızarıyordum. Esmer olmama rağmen, öylesine kızarıyordum ki... İşte beni bu kızarmam ele verdi. Çocuklar aramızdaki hissi bağı anlamışlardı”.

Karşılıklı duyguların biran önce ciddiyete binmesi gerekmişti. Çünkü tüm okul; Öğrencisinden öğretmenine, hademesinden okulun müdürüne kadar onları birbirlerine yakıştırıyor her hareketlerini takip ediyorlardı. Bir gün ilk defa okulun atölyesinde, kızara bozara konuştular. Kurban Bayramı tatili vesilesi ile İhsan Çizakça, İstanbul’daki ailesinin yanına gitti. Süheyla Hanım’ı istemeleri için ailesiyle konuşacaktı.

BİR KARTVİZİT!

Bu sıralarda babası Asım Tevfik Bey’in, Selçuk Enstitüsü’ndeki Muavini olan Bey Efendinin erkek kardeşi vardı. Onun da Bursa’ya tayini çıkmıştı. Eskiden beri Muavin Bey’in erkek kardeşi ne Süheyla Hanımı isteme konusu iki aile arasında görüşülmüştü. Fakat Belçika’da gördüğü mühendislik eğitiminden dolayı bu niyet ötelenmişti. Bursa’ya gelir gelmez Süheyla Hanım’ı aramaya başladı. Süheyla Çizakça anılarında: “Arife sabahı, okula geldiğimde hademe elime bir kartvizit sıkıştırdı. Bu, Mühendis Bey’in isminden başka her şeyi Fransızca olarak yazılmış kartıydı. Bursa’ya gelir gelmez beni aramış, bulamamış, Luca Palas’ta kalıyormuş. Onu lütfen ve hemen aramamı rica ediyor... O sırada, Öğretmenler Odası’na Saadet Hocam geldi, kartı ona verdim. Hocam, Belçika’dan mühendisi tanıyordu... Kart elden ele dolaştı; durumu herkes biliyordu... Hepimiz şaşkındık”.

Süheyla Hanım, ilk iş olarak kartviziti yırtıp attı ve konudan babaannesine ve babasına bahsetmedi. Ama bu durum çok da uzun sürmedi. Bayramın ikinci günü kapı çaldı. Kapıda onunla evlenmek isteyen genç ile beraberinde bir arkadaşı vardı. Babası Asım Tevfik Bey ve Babaanne Ayşe Hacer Hanım bu evlilik niyetinden çok memnun oldular. Babaanne, maddi sıkıntılar içinde yaşayan torununun, daha iyi bir hayat süreceği için memnundu. Babası ise iyi bir meslek sahibi, kültürlü, görgülü bir gençle kızının evleneceği umuduyla çok mutluydu. Süheyla Hanım, iki kısmetin arasında kalmıştı. Bir yanda dürüst, çalışkan, güvenilir, ama meteliksiz bir resim öğretmeni; diğer yanda zengin, mevkii ve lisanı olan bir mühendis vardı. Babası Asım Tevfik Bey, evlilik konusunda kızına çok baskı yapmasa da, babaanne Ayşe Hacer Hanım, mühendis ile evlenmesi için baskılar yapıyor, ikna etmeye çalışıyordu. Süheyla Hanım, anılarında o günleri şöyle anlatıyordu; “Babam fazla müdahale etmek istemiyordu. Ama babaannem feryat ediyordu,  Kuru baklaya benzeyen bu resim öğretmenini nereden buldun? Maddi sıkıntının ne olduğunu biliyor musun? Mahvolursun. Asla mutlu olmazsın.diyordu. Bu durumu İhsan’a nasıl anlatacağını düşünürken bir akşamüzeri İhsan Bey, Süheyla Hanım’ı atölyeye çağırdı. Süheyla Hanım, anılarında bu buluşmayı şöyle anlatıyor: “İhsan Bey diyordu ki; Seni Avrupa’da tahsil yapmış, çok zengin bir mühendisin istediğini öğrendim. Onun sana sağlayacağı maddi imkânı ben 10 sene sonra da sana sağlayamam. Seni severim, mutlu olmanı dilerim, beni düşünme. Sen mutlu ol. Sen çok iyi şeylere layık bir kızsın. Bugün otomobili var, yarın kürk de alır. Bütün kadınların değer verdikleri şeyleri sen neden tepeceksin?” derken gözlerine hakim olamaz.”

 

“TATLI YİYELİM, TATLI OLSUN HAYATIMIZ”

Süheyla Hanım maddiyatı reddederek yalnızca ömür boyu mutluluğun peşine düştü. 1 Kasım 1938’de, doğum gününde hiç beklemediği bir sürpriz yaşadı. İnsan Bey (Çizakça) Süheyla Hanım’ı resim atölyesine çağırdı. Atölye kapısının önünde Süheyla Hanım’ı bekleyen İhsan Bey, her şeyden habersiz olan Süheyla Hanım’ın meraklı ve telaşlı haline gülümseyerek onu oturttu. Elinde ufak bir paket ve büyük bir çikolata vardı.

Büyük çikolatayı ikiye bölerken “Tatlı yiyelim, tatlı olsun hayatımız” diyerek ufak paket içinden yüzükleri çıkardı. Süheyla Hanım hiç unutamadığı o günleri şöyle anlatmıştı: “Çiçek atölyesinin üstündeki resim atölyesinin kapısında İhsan beni bekliyordu. Telaşla ‘hayrola ne var?’ dedim. Gülerek “Beş dakika oturalım” demez mi! “Dersteyim” dememe aldırmadan ince beyaz bir kâğıda sarılmış minicik bir paketle kocaman bir çikolata çıkarttı. Minik paketten ise iki altın alyans çıktı. Parmağım ince olduğu için benim alyansım İhsan’ın kinin içinde duruyor, tek alyans gibi görünüyordu. Çikolatayı tam ikiye böldü, “Tatlı yiyelim, tatlı olsun hayatımız” dedi. Birbirimize sarıldık, yüzükleri taktık”.

Okul çıkışında, doğum günü vesilesi ile Süheyla Hanımın evine birlikte gittiler. Babası Asım Tevfik Bey, kızına kocaman bir radyo alırken, nişanlısı İhsan Bey, mavi küçük bir gece lambası ile kapağında kendi çiziminin bulunduğu ‘Bursa Kitabı’nı hediye etti.

DÜĞÜN HAZIRLIKLARI

Nikâh ve düğün hazırlıklarına başlandı. Her iki ailenin de maddi imkânının kötü olduğunu bilen Süheyla Hanım, kimseye yük olmak istemedi. Sadece gelinlik giyip, mütevazı bir salonda evlenmek istedi. Babası ve nişanlısının her gece yaptıkları hesapları gördükçe kendisi de çözümler aramaya başladı. Bu dönemlerde, Tahtakale’de oturdukları evden çıkarak Çelikpalas Oteli’nin karşında bulunan ahşap eve taşındılar (Eski Cumurcul Restoran, şimdiki adıyla Konak 18 binası). Parasızlık yüzünden hazırlıklar ilerleyemiyordu. 26 Ocak 1939’da nikâh, 4 Şubat 1939’da düğün olacaktı. Süheyla Hanım, bir çözüm arayışına girerek Bursa’nın en büyük kumaş mağazası İpeker’e gitti. Mağazanın sahibi İhsan İpeker’e durumunu anlattı: “Hiçbir ay aksatmamak şartıyla, ayda 10 lira ödeyerek bütün ihtiyaçlarımı sizden sağlayabilir miyim?” dediğinde mağazanın sahibi İhsan İpeker, bütün tezgâhtarlarını yanına çağırarak; “Hoca Hanım’ı tanıyın, ne zaman, ne emrederse verin...” dedi. Nikâh için manto ve elbise, gelinlik, gecelik ve sabahlıklar, perdelik tüller gibi tüm ihtiyaçlarını aldı. Tam 1 yılın sonunda ise 120 TL tutan borcunun tamamını hiç aksatmadan İpeker mağazasına ödedi.

4 Şubat 1939 gecesi bütün akrabalarının ve dostlarının yanı sıra dönemin Bursa Valisi Şefik Soyer başta olmak üzere Bursa Necatibey Kız Enstitüsü müdür ve öğretmenlerinin de katılımları ile düğün gerçekleştirildi. Artık soyadı Çizakça olmuştu.

Süheyla Hanım düğünlerini şöyle anlatmıştır: “Düğünümüz fevkalade oldu. Bütün akrabalar İstanbul’dan geldiler. Çelikpalas’ta kaldılar. Gençler de Çelikpalas’ın tam karşısındaki bizim eve doluştular. Yer yataklarında yattılar. Fakat odamızda soba yoktu. Babaaanneciğim zehirlenmeyelim diye iyice yaktıktan sonra odaya aldığı mangalda ateş azalmıştı. O şahane düğünden sonra sadece donduğumu, dişlerimin hiç durmadan birbirine çarptığını hatırlıyorum”.

Evliliklerinde her şey çok güzeldi fakat maddi sıkıntılar hala devam etmekteydi. Bu arada babası Asım Tevfik Bey, Müfide isminde bir Hanım ile ikinci evliliğini yaptı. Evleri büyük olduğu için hep beraber aynı evde yaşamaya devam ettiler. İhsan Çizakça ile kayınvalidesi Müfide Hanım arasında anlaşmazlıklar başladığında Necatibey Kız Enstitüsü’nün hemen yanında Gökdere Caddesi’ne bakan küçük bir eve taşındı İhsan ve Süheyla çifti.

ELAZIĞ’A TAYİN

1939 yılının ikinci yarısında, yüksek kısımda okumadığı için Süheyla Çizakça’nın, Elazığ Kız Enstitüsü’ne tayini çıkmıştı. Eşi İhsan Bey’de bu yüzden Elazığ’a tayin olmak zorunda kaldı. Süheyla Hanım, kayınvalidesi ile görümcesinin kızı Zehra’yı da alarak Elazığ’a gitti. Zehra ortaokulu bitirmiş ve Süheyla Hanımların yanında, Elazığ Kız Enstitüsü’nde okuyacaktı. Oraya vardıkları ilk anları Süheyla Çizakça şöyle özetliyor: “Çok az eşya getirebilmiştik. Elektriksiz, kerpiç bir evde kendimizi pek garip ve yalnız hissettik. Paramız çok az olduğu için arkadaşlar gibi elektrikli bir ev tutamamıştık. Üstelik bir bebeğim de olacaktı ve doğumum yaklaşıyordu.”

İSMET İNÖNÜ İLE BİR ANI

Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü bir Elazığ ziyaretinde Süheyla Hanım’ın çalıştığı enstitüye de uğradı. Süheyla Hanım bu ziyaret sırasında ilk çocuğuna hamileydi. İnönü’nün ziyaretinden az bir süre öncesinde de okulun müdiresinden kendi çalıştığı atölyeye uğramadan geçilmesini rica etmiş olsa da İnönü, Süheyla Hanım’ın sınıfına girdi. Süheyla Hanım bu ziyareti şöyle anlatıyordu: “İsmet İnönü’nün sınıfıma girdiğini görünce morararak karşıladım. Baba adam, beni karşılamada ve yemekte neden görmediğini derhal anladı. Taktimden sonra güzel çiçeklerle dolu vitrine, çocukların ellerindeki işlere baktı ve aramızda şöyle bir konuşma geçti;

–Yavrum sizin istirahatte olmanız gerekmez miydi? dedi.

-Sağlığım çok iyi efendim, dedim.

-Bir arzunuz var mı? dedi.

-Sağ olunuz efendim, dedim.

Müdireden yerime geçecek başka bir öğretmen olmadığı için devam ettiğimi öğrenince:

-Müdire Hanım, bize öğretmen çocukları lazım, ben eminim ki öğretmen hanım bu bebeği çok iyi okutacak, çok iyi yetiştirecektir. Ama derhal istirahate gönderiniz, dedi...”

İLK EVLAT SEVİNCİ VE ASKERLİK

İşte o bebek, 29 Ocak 1940 yılında Elazığ’da doğan, Türkiye’nin en ünlü ve en büyük psikoloji profesörlerinden Sayın Çiğdem Çizakça (Kağıtçıbaşı) oldu. İsmet İnönü, henüz dünyaya gelmemiş bir bebeğin ileride Türkiye için büyük bir değer olacağını o yıllarda annesi Süheyla Hanım’a bakarak sezmişti.

İkinci dünya savaşı ve seferberlik dönemi gelip çatmıştı. İhsan Çizakça, üsteğmen olarak ikinci defa askere gitmek zorunda kaldı. Askerliğini süvari olarak yaparken, Süheyla Çizakça ise 1,5 yaşındaki kızı Çiğdem ve her zaman torunun yanında olan babaannesi ile beraber Elazığ’da maddi sıkıntılar içinde, en ucuz evde, en kötü şartlarda yaşamak zorunda kaldı. Elazığ’daki komşuları tarafından çok sevildi. Süheyla Hanım ve o günleri de şöyle anlatır: “Mahallenin prensesi gibi saygı görüyor, herkes tarafından seviliyordum. Hizmetçim yoktu; üç dört komşum her gün Çiğdem’e bakmak için adeta yarışıyorlardı... Kirli çamaşırlarım her hafta sırayla toplanıyor, yıkanıp, ütülenip, getiriliyordu”.

Babaannesi Ayşe Hacer Hanım, rahmetli kocasına benzeyen çok sevdiği torunu Süheyla ve onun minik kızı ile yaşamaktan çok mutluyken bir bayram günü hayata veda etti. Elazığ’da küçük kızı ile yapayalnız kalan Süheyla Hanım bir gece yarısı Elazığ’dan ayrılarak İstanbul’da Sultanahmet’te yedek subay olarak askerliğini yapan eşi İhsan’ın yanına geldi ve İstanbul Kasımpaşa’da yaşayan kayınvalidesinin yanına yerleşti. Halen askerliği devam eden İhsan Bey’in her hafta sonu evci izinleri ile aile bir arada oluyordu. 1942 yılının Kasım ayında ikinci kızları Şebnem dünyaya geldi. Fakat Şebnem beş aylıkken hayata veda etti.

İLK AFİŞ SERGİSİ ANKARA’DA

İhsan Çizakça’nın askerliğinin bitmesi ile aile normal yaşantısına döndü. Elazığ’da iyi bir muhit edinmişlerdi. Elazığ Milletvekili ve Maliye Bakanı Fuat Ağralı enstitüye ziyarete geldiklerinde İhsan Bey’in afişlerini ve çalışmalarını çok beğendi. İhsan Çizakça’nın, o dönemlerde Ankara’da kişisel bir afiş sergisi açma hayali vardı. Bakan’ında teşvikiyle bu hayalin gerçek olmasının kapıları artık açılmıştı. Kolları sıvayan Süheyla ve İhsan Çizakça çifti hazırlıklara başladı. Bu hazırlık sürecini Süheyla Çizakça şöyle anlatmıştır: “Bir yaz boyunca İstanbul’a gitmeden sergi için çalıştık, yazları çok sıcak, kışları çok soğuk olan Elazığ’da bizden başka kimse kalmamıştı. O kadar sıcak oluyordu ki atölyenin beton zeminine kova kova su döküyorduk, kısacık bir zamanda buharlaşıp gidiveriyordu. Fırçaları yıkıyor, kahvesini pişiriyor, zor olmayan büyük satıhlı yerleri boyuyor, Çiğdem’i atölyede uyutuyor, salıncağını sallarken vakit buldukça ders çalışıyordum”. Derken bu zorlu süreci Gazeteci Refi Cevad Ulunay, Milliyet Gazetesi 20 Eylül 1967 tarihli “İdeal” başlıklı köşe yazısının bir bölümünde şöyle anlatmıştı. “1939 yılında Resim Öğretmeni olan zevci ile beraber Elazığ’da bulunmuşlar. Yaz tatilinde herkes gezerken, onlar her zevkten uzak mektebin resim atölyesinde, Ankara’da bir resim sergisi açabilmek için uğraşıyordu. Sergilenecek eserler hazır oluyor, fakat masrafı karşılayacak para yoktu.”

Ankara’ya yapılacak sergi vesilesi ile Süheyla Çizakça’da, enstitünün yüksek kısmının imtihanlarını verecekti. Hazırlıklar tüm hızıyla devam etti. Afişler büyük boylarda ve her biri Devlet kompozisyonu konuluydu; Kalkınan Türkiye, Türkiye’de Ziraat, Türkiye’de İmar, Merinos, Dericilik, İnhisar, Ihlamur İçelim, Türkiye’de Endüstri vb. başlıklarda büyük boy afişler hazırlanmıştı. Elazığ’dan Ankara’ya gitmek için İnsan Çizakça’nın erkek kardeşinin, kızları Çiğdem’e hediye ettiği bebek arabasını 65 TL’ye satarak yola çıktılar. Ankara Sergi Evi’nde, Maarif Müsteşarı İhsan Tonguç tarafından sergi açıldı. Oldukça ilgi gören serginin çalışmaları bakanlıklardan gelen memurlar tarafından satın alındı. Bütün afişlerin üzerine satılmıştır yazılsa da birer simitle günü geçiştirmek zorunda kalmışlardı. Çünkü ceplerinde çok az paraları kalmıştı. Süheyla Hanım anılarında şöyle tanımlamıştır: “Sergi kapandı ilk 75 TL elimize geçtiği zaman bir taksiye binip yine mütevazı fakat temiz bir lokantada doya doya yemek yedik”. Serginin sonunda ellerine bin 100 TL gibi o dönem için çok büyük bir para geçmişti.

‘ÖZEL YENİ OKUL’ DÖNEMİ

Bu arada Bursa’da yaşayan Süheyla Hanım’ın babası Asım Tevfik Bey, ikinci eşinden dünyaya gelen oğlu Gülseven’i Bursa’da yeni açılan “Özel Yeni Okul” isimli yuvaya yazdırmak istemişti. Okulun sahibi, Bursa Erkek Lisesi Tarih Öğretmeni Nazım Yücelt Bey, 7 öğrencisi olan yuvanın zarar etmekte olduğunu ve bu sebeple de çocuğu okula alamayacağını belirtmişti. Hatta okulu devretmek veya satmak istediğini söylemişti. Bunun üzerine Asım Tevfik Bey, okulu gezip, Elazığ’da bulunan kızı Süheyla ve damadı İhsan Bey’e bir mektupla bu okuldan bahsetmişti. İhsan Bey izin alarak okulu görmek üzere Bursa’nın yolunu tuttu. Okul, Gökdere Caddesi’nde büyük bir bahçe içinde ağaçlarla dolu güzel bir konaktı. Süheyla Çizakça okulun alınmasını şöyle anlatmıştır: “...Nazım Bey bin 100 liramız olduğunu babamdan duymuş olacak ki devretmek için bin 100 TL istiyordu. Hâlbuki 6 minik masa, 12 minik sandalye, ufak tefek eşyalar, 200-300 TL’den fazla etmezdi. Çok pahalı dedikse de, ben size eşya satmıyorum. Ben size ruhsat veriyorum diyor, elindeki Özel Yeni Okul yuva sınıfının mührünü önündeki kâğıtlara damgalayıp duruyordu”. Ankara’daki sergiden kazandıkları paranın tamamını Nazım Yücelt Bey’e vererek, 1943 yılında yuvayı devraldılar. Birlikte mülk sahibi İhsan İpeker’in yanına gittiler. İhsan İpeker yıllar sonra Süheyla Hanım’ı tanıyarak ona yıllar önce gösterdiği güveni bir kez daha dile getirmiştir. Kira için fiyat konuşulurken İpeker ayda 70 lira kira istedi. Bu sırada, Nazım Bey “60 lira olmaz mı?” diyecek olunca, İhsan İpeker “Nazım Bey, Nazım Bey, size olsaydı 80 liraya da verecektim. Ama ben Çizakçalar’ı tanıyorum. Onların ne kadar dürüst olduklarını biliyorum, bu onlar için verilen fiyattır” dedi.

Bahçe içindeki daha önce Vali konağı olarak kullanılmış ahşap okul binasının selamlık bölümünü Çizakçalar, Haremlik kısmını ise hisselerini İpeker’e satmamış olan Bursa’nın ünlü sanayicilerinden Kamil Tolon’un ailesi kullanıyordu. Bu arada Elazığ’dan Bursa’ya tayin isteğinde bulunan çift henüz sonuç alamamıştı. İhsan Çizakça romatizma hastalığı nedeniyle izin aldı. Süheyla Hanım ise rapor alamadığı için maaşı kesildi.

EĞİTİM ÖĞRETİM BAŞLADI

17 Eylül 1943’te Özel Yeni Okul’da yedi öğrenci ile eğitim ve öğretim başladı. Okulun masrafları ve ailenin geçimini sağlamak için İhsan Çizakça’nın sanatı imdada yetişmişti. İhsan Bey otobüslere (Cumhuriyet Alanı-Çekirge) levhalar, sokaklara tabela isimleri yazarak ve emprime desenleri çizerek biraz olsun maddi durumlarının düzelmesini sağlıyordu. Her yıl öğrenci sayıları da arttı. İhsan ve Süheyla Çizakça’nın kızı Çiğdem Kağıtçıbaşı, öğrencilerle ilgili olarak kitabında şöyle bahsediyordu: “Bu sayıları artan öğrencilerin bazıları Yahudi’ydi. O yıllarda Bursa’da büyükçe bir Yahudi cemaati vardı, çoğunlukla Altıparmak semtinde otururlardı. O yıllarda bazı Yahudi aileler devlet okullarında çocukları kötü muamele görür diye bizim Özel Yeni Okul’umuza yazdırıyorlardı.

İlk günlerin hikâyesini, İhsan Çizakça’nın o tarihlerde komşusu olan eski bir dostu şöyle anlatmıştı: “Komşum kıvırcık saçlı, ince yapılı, çalışkan bir öğretmendi. Sabahları yedi minik yuva öğrencisiyle bahçeye çıkar, büyük bir ciddiyetle aynen bir ibadet huşu ile çocuklara Türküm, doğruyum, çalışkanım andını söyletirdi. Sonra bir bayrağın önünden uygun adım geçen yavruları peşine takarak içeri girerdi. Önceleri, bunu bir oyun zannettim

O yılarda ilkokul dördüncü ve beşinci sınıflarda branşlaşmayı başlattılar. Öğretmenler en çok başarılı oldukları konularda ders verdiler. Vedia Erciyes beşinci sınıfta Türkçe derslerinde, Nermin Süzer (Ulga) ise Matematik’de adeta uzmandı. İhsan Çizakça’nın Ticaret Lisesi’nden arkadaşı Hilmi Şimay, Coğrafya derslerine girerken, Süheyla Çizakça ise tarih dersleri veriyordu. Okul, 1947-1948 ders yılında ilk yedi öğrencisini mezun etti. İlk mezun olan öğrencilerin isimleri; Erdoğan Yeşilova, Erdoğan Çelik, Abatun Tolon, Yücel Otaç, Esengin Taşkent, Yüksel Lofçalıoğlu, Yüksel Özdiker’di.

OKULDA SANATÇI MİSAFİRLER

Her yıl öğrenci sayısı arttıkça okul Bursa’da tanınıyordu. İkinci yılda 22 öğrenci mezun oldu.

1940’lı yıllarda Özel Yeni Okul’un yaz aylarında sanatçı misafirleri de oluyordu. Bu misafirler, boş sınıflarda yer yataklarında yatar, resimlerini stüdyo gibi sınıflarda yaparlardı. Bu isimler arasında İhsan Çizakça’nın Güzel Sanatlar Akademisi’nden Ressam arkadaşları olan Kemal Zeren (Sarı Kemal), Hulusi Mercan, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Eren Eyüboğlu da vardı.

SADIK ŞENDİL VE SİNEMA FİLMİ

Çizakçalar, 1945’te tütün eksperi olarak atandığı Ziraat Bankası Bursa Şubesi’nde çalışmaya başlayan senarist ve oyun yazarı Sadık Şendil’le tanıştı. Kurdukları yakın dostlukla Sadık Şendil, Çizakçaların Özel Yeni Okul’u için birbirinden güzel harika çocuk piyesleri ve oyunları (Bir Çin Masalı, Bir Varmış-Bir Yokmuş, Ona Söz Vermiştim, Bir Ömrün Bedeli...) hazırladı. Sahne dekorlarını İhsan Çizakça tasarladı. Şendil ile gelişen bu dostlukları neticesinde 1962 yılında senaryosunu Sadık Şendil’in yazdığı, Sırrı Gültekin’in yönettiği ve başrollerini Ahmet Mekin, Muhterem Nur, Senih Orkan, Atıf Kaplan’ın oynadığı “Gurbet Yolcuları” isimli filmin bazı sahneleri Çizakçaların Özel Yeni Okul’unda çekildi. Hatta filmde İhsan Çizakça ve öğretmenleri de rol aldı. İhsan Çizakça’nın, Ahmet Mekin ile oynadığı kareler, okulun o yıllardaki ruhunu beyaz perdeye yansıtıyordu.  

VE ERKEK EVLADA KAVUŞMA

01 Şubat 1946 yılında Murat adını verdikleri oğulları dünyaya geldi. Uzun bir aradan sonra Süheyla Hanım’ın çok murat ettiği erkek evlat özlemi bitmişti.

1950’li yılların başlarında Bursa Ticaret Lisesi, Bursa Kız Enstitüsü ve Özel Yeni Okul arasında 4 minik satılık evden bir tanesini aldılar.  

REKABET VE BERABERİNDE GETİRDİĞİ KALP KRİZİ

Denebilir ki; Özel Yeni Okul, Bursa’daki tüm özel okulların nüvesini oluşturur. Yıllar içinde Özel Yeni Okul’u ve beraberinde Çizakçaları sarsan rekabet, kızları Çiğdem Hanım’ın ifadesiyle: “Hep dostları tarafından meydana getirilmişti”.

İlk olarak İhsan Çizakça’nın yakın dostu ve arkadaşı Matematik Öğretmeni Namık Sözeri’nin Bursa Kolejini açmasıyla ve bu yeni kolejin şehirde çok sükse yapması ile başlamıştı. Her dönemde olduğu gibi yeniye rağbet bu rekabet ortamına damgasını vurmuştu ve ardından da Özel Yeni Okul’un öğretmenlerinden Sevim ve Mefharet Hanımlar da Çizakçalardan ayrılarak o dönemlerde Bursa’nın en güzide semtlerinden biri olan Çekirge’de İnal Okul’unu açmışlardı. Yaşanan tüm bu sıkıntılar üzerine 1953 yılında İhsan Çizakça, ilk kalp krizini geçirdi. Aynı yıl içinde 20 Ağustos 1953’de dördüncü çocukları Leyla Çizakça dünyaya geldi. Okul iyice köklü ve başarılı bir okul okuldu artık. Mezun olan öğrencileri her yerde başarılı oluyorlardı.

İhsan Çizakça Bursa Ticaret Lisesi’nde, Süheyla Çizakça’da Bursa Necatibey Kız Enstitüsü’ndeki görevlerinin dışında Özel Yeni Okul’da bol bol çalışma imkânı buluyorlardı.

1958-1959 yıllarında Özel Yeni Okul’un ortaokul kısmı açıldı ve ilk mezunlarını 1960-1961 yıllarında verdi. Bursa için ismi eğitim kurumları arasında ilk sıralarda yer alan seçkin bir eğitim kurumu haline gelmişti.

“MUVAFFAK OLACAĞIZ”

İhsan Çizakça azimli ve çalışkandı. Başladığı bir işi yarıda bırakması  ya da inandığı davadan onu vaz geçirmek mümkün değildi. Hayat arkadaşına: “Göreceksin, muvaffak olacağız. Mektebimiz, ilkokul, ortaokul, lise olacak, mükemmel olarak tanınacak, talebelerimiz her cihetten çok iyi yetişecek. Biz ihtiyarlayınca, yerimizi kızımıza devredeceğiz, o bizden iyi yetişmiş olacak, belki Avrupa’ya tahsile gider, iyi bir “Pedagog”olarak yetişir” diyordu. Bunlar o gün için bir hayaldi, bu hayalin hakikat olması dahi güçtü.

Süheyla Çizakça o günlerden şöyle bahsetmişti: “Bugünkü durumumuzu, sadece 7 öğrencimiz olduğu o günlerde hayal edip söyleseydik, bize sadece gülünürdü. Olmaz olmaz böyle şey. Hangi para ile hangi öğrenci ile hangi imkânla denirdi. Öğrencilerden ayda 7 lira ücret alınırdı. Elimize geçen 49 lira karşılığı 70 lira bina kirası ödenirdi. Çekilen maddi sıkıntıyı anlatmak, bu sayfalara sığdırmak mümkün değildir. Fakat İhsan Çizakça, hiç bir güçlükten yılacak karakterde değildi. Azim, çalışkanlık, sabır ve doğrulukla aşılamayacak zannedilen ne engelleri aştık.”

SON KALP KRİZİ

İhsan Çizakça, 29 Temmuz 1965’de henüz 53 yaşında iken geçirdiği kalp krizi sonucunda hayata veda etti. (Bursa Emirsultan Mezarlığında yatmaktadır.)

İhsan Çizakça’nın vefatı sonrasında, Amerika’da bulunan kızı Çiğdem Çizakça ve damadı Oğuz Kağıtçıbaşı okulun yönetimine dâhil oldular. Alınan karar gereği okul kolej olacak ve ismi “İhsan Çizakça Koleji”olarak değiştirilecekti.

İhsan Çizakça ileri görüşlü, öğrencileri tarafından çekinilen ama çok sevilen bir öğretmendi. Öğrencilerine; “Edirne’den öteyi mutlaka görün” derdi. Bursa’da teleferik henüz hayal iken, Bursa Ticaret Lisesindeki öğrencilerine Teleferik ve Uludağ temalı resim ve afişler çizdirmiş bunun yanında, pek çok kitap ve dergiye tasarımlar yapmıştı.1938 yılında tedavüle çıkan tırtıklı 1 Kuruş olarak bilinen madeni paranın tasarımı ona aitti. Cumhuriyet’in 15.yılı dolayısıyla Cumhuriyet Meydanı’na (Atatürk Caddesi’ne) Cumhuriyet Takını hazırladı. 1950’li yıllarda Bursa Merinos Fabrikası’nda kullanılan jetonların tasarımlarını hazırladı.

İhsan Çizakça’nın ölümünün kırkıncı gününde, okulda İhsan Çizakça köşesi hazırlandı. Arkadaşı heykeltraş Hakkı Anlı’nın yaptığı büstü yerine konurken Sadık Şendil’in ‘Meslekler Konuşuyor’ adlı kısa piyesi oynanıyordu. Küçük Kızı Leyla’da babasının mesleğini yani ressam rolünü üstlenmişti. Fevkalade temsil edilmişti. İstanbul’dan bütün kardeşleri gelmişti ve törende Süheyla Hanım bir konuşma yaptı. Adeta ant içmişti: “İsmini iftiharla taşıdığım ve daima taşıyacağım değerli eşim, ülkü ve meslek arkadaşım İhsan Çizakça’nın bize emanet ettiği eserini nesilden nesile götüreceğiz”.

İhsan Çizakça’nın öldüğü günde (29 Temmuz 1965) Bursa Ticaret Lisesi Müdürü Ali Özeller tarafından yazılmış ve Bursa Haber Gazetesi’nde yayınlanan yazıda şöyle diyordu: “İhsan Çizakça’nın kalbi elbette kişisel yaşantısı içinde çok zaman hızlı hızlı çarptı. Üzüntüleri ve sevgileri yüzünden. Ama onu asıl yoran, sanırım öğrencileri için duyduğu heyecanlardı. Öğretmenlik hayatımda teşvik unsurunu onun kadar ustalıkla kullanan az öğretmen gördüm. Çocuklarının yaptığı resimleri okuldaki panolarda teşhir ederdi. Herkese göstermekten zevk alırdı. Gözleri ışıl ışıl parlardı onları tanıtırken. Duvarlarımızda onun yaptırdığı afişler, okulumuzu süsler. Bu afiş renk renk Bursa! Bu Uludağ! Bu Efes! Canlı ve anlamlı, onun gibi... Emeğinin eseri olan müdürü olduğu Özel Yeni Okul Öğrencilerinin önünde, nasıl geçerdi bayramlarda: Canlı, vakur, içten. Bir delikanlıydı o zamanlar, hilafsız.”

ÇİZAKÇA KOLEJİ

Yeni bir okul binası arayışı başladı. Setbaşı’nda mülkiyeti İzzet Doruk’a ait İnhisar (Tekel) tarafından tütün deposu olarak kullanılan bina yeni okul için uygun görüldü. Fakat 5 yıl için kiralanmış binanın 2 yıl kalma hakkı olduğu öğrenilince mal sahibi ile görüşme yapıldı. İnhisar İdaresi ile uzun uğraşlar sonucu tütün deposu boşaltıldı. Eylül 1966’da Yeşil’de yeni binaya taşınan okul, İhsan Çizakça Koleji adı ile eğitime başladı. Lise kısmının açılmasıyla İngilizce programında büyük çaplı gelişmeler yapılması söz konusu oldu. Bu durumu Süheyla Çizakça’nın kızı Çiğdem Çizakça (Kağıtçıbaşı) ele aldı. Okuldaki o çalışmaları şöyle anlatıyordu: “İngilizce programını da büyük çapta geliştirmeyi plandık. Bunlar önemli yeniliklerdi. İngilizceyi nasıl halledecektik? Times Educational Supplement dahi bazı yerlere ilanlar verdim. Birkaç kişi başvurdu. Başvurular arasından seçtiğim, Emily Rand adlı genç bir Amerikalı öğretmenle mülakat yaptım, beğendim. Bir diğeri ile yapamadım ama çok iyi referansları vardı, onu da kabul ettim; Harm Sherril. Üçüncüsü İngilizdi; Janet Pitt. Oğuz, Elif, ben Türkiye’ye dönerken birkaç gün kaldık. Orada, Piccadilly Otel’de Janet’le mülakat yaptım, onu da beğendim”.

1967 yılında İhsan Çizakça Koleji’nde; 45 Öğretmen ile 152 öğrenci eğitim görüyordu.

Üniversiteye öğretim üyesi olarak atanması sebebiyle Çiğdem Kağıtçıbaşı, Çizakça  Koleji’nden ayrılmak zorunda kaldı. İngiltere’de üniversite tahsilini tamamlayan Murat Çizakça, yurda dönerek kolejde çalışmaya başladı ve 1972’de İngilizce hazırlık sınıfını kurdu. Yabancı öğretmenlerle haftada 30 saat yoğun İngilizce okunan bu sınıflarda başarı çok yüksekti. 15 yıl bu sınıf başarılı çalışmalarına devam etti.

1973 yılında Bursa ve ilçeleri dâhil toplam 7 Anaokulu bulunmaktaydı. Bunlardan bir tanesi de 14 öğrencisi ile Özel İhsan Çizakça Koleji ana sınıfıydı.

SİYASETTE SÜHEYLA ÇİZAKÇA

1973 yılında Süheyla Çizakça Cumhuriyet Halk Partisi kadınlar kolundan Bursa Belediye Meclisi’ne aday oldu. Ve seçimlerde çok büyük bir fark ile liste başı seçilerek siyasete adım attı. Bu dönemde Temenyeri Köprüsü’nün yapımında da çok büyük katkıları oldu.

22 Mayıs 1981 tarihli tahliye yazısı ile Yeşil’deki okul binaları belediye tarafından çocuk parkı ve trafo yapılmak üzere satın alındı. 16 Şubat 1982’de yıkım kararı verildi. Tüm çabalara rağmen, 19 Aralık 1982 tarihinde belediye yıkımı gerçekleştirdi.

9 Mayıs 1983’de Sırameşeler’deki yeni okul binası dönemin Bursa Valisi Zekai Gümüşdiş’in katılımı ile açıldı. 12 derslik, 3 laboratuvar (fizik, kimya, biyoloji) ayrıca yatakhane, yemekhane ve dinlenme salonları vardı. 1983-84 öğretim yılında ana sınıfında 32, ilkokul düzeyinde 398, ortaokul düzeyinde 181 ve lise düzeyinde 80 öğrenciye eğitim veren okulun toplam öğrenci sayısı 691 idi. Okulun öğretmen sayısı, ana sınıfı ve ilkokulda 12, ortaokul ve lisede 33 olmak üzere 45 kişiydi.

VEFAT VE KAPANIŞ

Velilerin isteği üzerine 1986-1987 öğretim yılında Anadolu liseleri statüsüne geçildi. Bu ders yılında ilk defa merkezi sistemle öğrenci alındı. 1987-1988 öğretim yılında da Özel İhsan Çizakça Lisesi adı verildi.  

19 Eylül’de, 1988-1989 ders yılında İhsaniye’de yaptırılan modern binasına taşındı. 1993-1994 ders yılında ise süper lise bölümü açıldı.

Uzun yıllar Süheyla Hanım’ı yormuştu, kalbinden rahatsızlığı vardı. Doktorlar biran önce açık kalp ameliyatı olmasını söylese de o yeni kampüsün dördüncü yılı, okulun kuruluşunun ise 50. yılı olmasından dolayı ameliyatını ertelemeye çalıştı. Doktorların iknaları üzerine kalp ameliyatına girdi. Ameliyattan bir kaç saat sonra Süheyla Çizakça hayata veda etti.

Öğrenci sayısındaki azalma ve ekonomik sıkıntılar neticesinde 2002 yılında Özel İhsan Çizakça Lisesi kapatılmak zorunda kaldı.

İhsan Çizakça Lisesi, Şişli Terakki Lisesi ve Işık Lisesi’nden sonra Türkiye’nin en eski üçüncü okulu idi.

Çizakça Eğitim Kurumları’ndan mezun olmuş Bursa’ya ve Türkiye’ye değer katmış, sanatçı, tiyatrocu, iş adamı, sporcu gibi değerler yetişmiştir. Bu isimlerden bazıları şunlardır: İlhan İrem, Ata Demirer, Tamer Taylan, Prof.Dr.Çiğdem Kağıtçıbaşı, Prof.Dr.Murat Çizakça, İlhan Parseker, Dara Tolon.

İHSAN ÇİZAKÇA KOLEJİ’NİN UTANGAÇ SOLİSTİ: İLHAN İREM

1 Nisan 1955’de Bursa Hacılar Mahallesi’nde dünyaya gelen İlhan Aldatmaz(İrem) ilkokula 1961 yılında, evlerinin yakınındaki Atatürk İlkokulu’nda başladı. İki yıl orada okuduktan sonra buradan alınarak ağabeyinin orta kısmında okuduğu “Özel Yeni Okul’un (İhsan Çizakça Koleji) ilk bölümüne verildi. Burada sesinin güzelliği öğretmeni tarafından fark edilince boş derslerin solisti oldu. İlhan İrem o yılları şöyle anlatıyordu: “Bir gün teneffüs bitmiş, öğretmenimizi bekliyorduk. Ben de sınıfın gürültüsü, patırtısı arasında o zamanların sevilen parçası ‘La Mamma’yı mırıldanıyordum. Sanki evimdeydim. Sanki elimde ütünün kordonu var. Öğretmenlerden biri gelmiş, sınıf susmuş, gözlerim kapalı, ben hala ‘La Mamma’yı mırıldanıyorum... Gözlerimi açtığımda önce Temel Bey’in gülen gözlerini gördüm. Sonra bir dolu kahkaha arasında kendimi sınıfın perdelerinin arkasına zor attım. Yanaklarımdaki sıcaklık geçene kadar da çıkmadım oradan. Bu olaydan sonra ilkokul bitene dek tüm boş derslerde öğretmenlerim şarkı söylememi istediler benden. Bende bir tek şartla söylüyordum. Perdenin arkasında olursam. Önce bizim sınıf, sonra bütün okul ve evdekiler, akrabalar, tanıdıklar önünde, arkasına saklanacak bir yer bulur bulmaz şarkılar söylüyordum.”

 

KAYNAKÇA:

Bursa Ansiklopedisi, Cilt 2 Bursa Hakimiyet,Eğitim-Öğretim,s.119

Bursa 1973 İl Yıllığı, Milli Eğitim Bölümü,s.102

Bursa 1967 İl Yıllığı, Kültür Bölümü,s.143

Yeni Ant Gazetesi, 30 Temmuz 1965

Yeni Ant Gazetesi, 7 Eylül 1965

Haber Gazetesi, 30 Temmuz 1965

Haber Gazetesi, 18  Ağustos 1964

Haber Gazetesi, 7 Eylül 1965

Haber Gazetesi, 9 Eylül 1965

İzlerimiz, Bursa İhsan Çizakça Koleji,Cilt:3 Yıl:1970-1971

İzlerimiz ,Bursa İhsan Çizakça Koleji,Cilt:4 Yıl:1971-1972

İzlerimiz, Bursa İhsan Çizakça Koleji,Cilt:5 Yıl:1973-1974

Bir Ömür Ki… Süheyla Çizakça, Zirve Basım,1990

Lüla ve Ben(Çifte Anı), Çiğdem Kağıtçıbaşı, Doğan Kitap, 1.baskı /Aralık 2015

Bursa’da Yaşam

 

TEŞEKKÜRLER

Sabahattin Özcan, Yılmaz Gürdal ve Murat Çengeltaş’a katkılarından dolayı teşekkürlerimi sunarım.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.