SON DAKİKA
Hava Durumu

SON YATIK USTASI BEKİR DEDE’NİN ÖYKÜSÜ

Zamanının çoğunu bu atölyede ‘Yatık’ yaparak geçiriyor Bekir Özdemir. Yatık dedikleri bir tür ağaçtan fıçı… Diğer fıçı türlerinden farklı olarak bu tür, su matarası, ya da bir çeşit sürahi olarak kullanılıyor. Tamamen el emeği bu ürünü kendi atölyesinde, kendi tasarlayıp yaptığı el aletleriyle üretiyor 87 yaşındaki Bekir... Veysel Kaya, hem görüntüledi hem yazdı… (Şehrengiz Dergisi 58. sayısı)

Haber Giriş Tarihi: 19.04.2022 00:00
Haber Güncellenme Tarihi: 20.04.2022 17:26
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.bursasehrengiz.com/
SON YATIK USTASI BEKİR DEDE’NİN ÖYKÜSÜ

KELES-DAĞDİBİ KÖYÜ’NDE GERİDE HATIRA BIRAKMAK İSTEYEN BEKİR ÖZDEMİR…

VEYSEL KAYA / FOTOĞRAFÇI

‘Bimilyoncu’lar başka bir ülkede bizdeki kadar para kazanmış mıdır acaba? Evimizin başköşesine bir ustanın alın terinin değdiği bir çini, bir çömlek, ahşaptan veya lületaşından oyma bir süs eşyası koymayalı ne kadar oldu, hatırlayan var mı? Şimdi hepsinin yerinde Çin malı ucuz ürünler duruyordur sanırım.

Bu değişim sadece evimizin vitrinlerinde oluşmadı. Aldığımız her seri üretim ürünü sayesinde, bir el sanatları ustasının ekmeğine mani olduk elbirliğiyle. Böylece asırlardan bu yana süregelen Anadolu el sanatları işte bu şekilde büyük darbe aldı. Birçoğu dükkânına kilit vurdu… Kalanlar ise ancak bu sayfalarda olduğu gibi sadece fotoğraf karelerine taşınır oldu.

DAĞDİBİ’NDE BİR USTA…

Size bu ay, Anadolu el sanatlarından birini yaşatmaya çalışan ve bu mesleğin en yaşlı üyesinin hikâyesini, yaşayan en yaşlı Yatık Ustası Bekir Özdemir dedenin hikâyesini anlatacağız sizlere.

“Naylon çıktı bizim iş bitti…” Bu sözler, saatler süren sohbetimizde en sık tekrarladığı cümleydi Bekir Dede’nin. Ona Bursa’nın bir köyünde, ismi ile müsemma olan Dağdibi Köyü’nde rastladık. Köy ismine yakışır derecede dağın dibindeydi. Dağın, yani Uludağ’ın, köylünün deyimiyle Keşiş Dağı’nın dibinde olan bu köye defalarca gitmeme rağmen ona rastlamamıştım. Bir arkadaşımın ondan bahsetmesi üzerine hiç vakit kaybetmeden Dağdibi Köyü’ne bir daha gidip hikâyesini dinlemek istedim.

Bekir Dede 87 yaşında. Yaşını ilk öğrendiğimizde şaşkınlığımızı gizleyemedik. Baston kullanmadan yürüyüşü, çevik hareketleri, olağanüstü hafızası bizleri oldukça şaşırttı. Doğduğundan beri köyünden ayrılmamış. Çiftçilik ve hayvancılık yaparak yaşamını sürdürmüş. Köyünde, sıvasından, çatısına kadar kendi elleriyle yaptığı evinde oğlu ve torunlarıyla birlikte yaşıyormuş. Evinin alt katında önceleri samanlık, kiler olarak kullanılmış, şimdilerde ise tekrar başladığı baba mesleğini sırf oyalanmak adına devam ettirdiği bir atölyesi var.

YATIK NEDİR, NEREDE KULLANILIR?

Zamanının çoğunu bu atölyede “Yatık” yaparak geçiriyor. Yatık dedikleri bir tür ağaçtan fıçı… Diğer fıçı türlerinden farklı olarak bu tür, su matarası, ya da bir çeşit sürahi olarak kullanılıyor. Tamamen el emeği olan bu ürünü kendi atölyesinde, kendi tasarlayıp yaptığı el aletleriyle üretiyormuş. Bu mesleği babasından öğrenip yıllarca yapmış. “Naylon çıktı bizim iş bitti” deyip sonraları bırakmış. Geçen yıl tekrardan aklına gelip yeniden üretmeye başlamış. “Hepsini anlat bize dede” diyoruz, başlıyor o da anlatmaya…:

“Adım Bekir Özdemir. 87 yaşındayım. Doğma büyüme buralıyım. 4 evladım var biri erkek, 3 ü kız. Erkek olanla beraber yaşıyorum. Babadan, dededen beridir rençberlikle geçiniriz. Babam hem çiftçi hem de yatık ustasıydı. Elim çekiç tutmaya başladığında, babam bana da el verdi. Kısa zamanda ben de yatık yapmayı öğrendim. O zamanlar şimdi ki gibi naylon yoktu. Bütün gereçleri kendimiz yapardık. Su kabağından taslar, ibrikler. Çam ağacından bardaklar, kaşıklar yapılırdı. Bu yatık da çok kıymetliydi. Etrafta çok usta vardı o zamanlar. Kimi ayran için yayık, kimi sirke için fıçı yapardı. Bunların hepsi aynı şekilde yapılırdı. Yatığı bir tek babamla ikimiz yapardık. O zamanlar bahçeye, ormana gidenler eşeğin sırtına yatığı koymadan gitmezdi hiç. Köyün etrafı hep dere. Bu derelerin suyu buz gibi akar yaz kış. Dereden yatığa soğuk suyu bir doldurursun, iki gün elleme yine buz gibi durur. Herkes yatık alır yıllarca kullanırdı bu köylerde. Askerden önce öğrendim ben bu işi. Askerden gelince de 20 yıl kadar devam ettirdim. Sonraları bizim işler yavaş yavaş azalmaya başladı. Naylon çıktı bitti bizim işler. Naylon bidonları almaya başladı millet. Daha hafif diye herkes onlara bulaştı. Kimi yatık kullanmaya devam etti ama o da bize yetmedi. Askerlikten 20 yıl sonra bıraktım ben de yatık yapmayı. Etrafta ki herkes de bıraktı bu işleri. Hayvan aldım, hayvan baktım. Tarlaları ektim döndürdüm değirmenimi. Çocuklarımı everdim, hanımıma baktım. 5 yıl oldu hanımı saklayalı. Hanım öldükten kere evlerde duramadım. Canım sıkılıp durdu. Tarlaya tapaya gitsem yaşlılık, evde otursam bana uymaz. Ben de boş durmayayım dedim, evin altında tekrar denedim yatık yapmayı. Bir tane yaptım. Baktım unutmamışım. Onu yapmak için alet edevat gerekli. Onları da kendim yaptım. Sıyırgıyı, pergeli, çeneyi, eşeği yapıp işi baya kolayladım. Şimdi kurulu düzende rahat rahat çalışıp dururum. Hiç boş duramam ben. Durursam hastalanırım. Elimden her iş gelir çok şükür. Bu gördüğün evi de kendim yaptım, kafamda ki takkeyi de. Şimdileri kimse bilmez bu yatığın ne işe yaradığını. İlk görenler süs eşyası zannediyor. Alanların çoğu da süs için aldığını söylüyor. Varsın öyle alsınlar. Yitip gitti bu meslek. Hiç olmadı elim erdiğince devam ettirip birkaç hatıra bırakırım…”

EŞİ YOK, BENZERİ YOK… ÇÜNKÜ EL EMEĞİ…

Anlatırken hüzünleniyor Bekir Dede. Yıllar yılı yapmadığı halde unutmamış baba mesleğini. Ama insanlar unutmuş bu mesleğin ürününün ne olduğunu, ne için kullanıldığını. Ömrü yettiğince üretip devam ettirecekmiş bu mesleği. Daha çok insan görsün, daha çok insan faydalansın diye… Merak edip elime alıyorum bitmiş yatıklardan birini. Silindir şeklinde sıra sıra dizilmiş bir sürü ağaç. Ek yerleri belli belirsiz. Onları sıkı sıkı tutan iki çember… Silindirin yan kısımları yekpare ağaçtan yapılmış. Törpü ile oval şekil verilmiş. Törpü izleri duruyor üzerinde. Desen desen törpü izleri. Hiçbir makinanın bize sunamayacağı bir şey bu. Her üründe ustanın bıraktığı ayrı izler. Yani bantta üretilen ürünler gibi değil. Aldığınız bir yatığın dünyada eşi benzeri yok. Üst kısmında iki ayrı budak var. Bu budakların içi oyulmuş ki su buradan aksın diye. Budakların biri ufak, biri büyük. İkisinin de ağzı küçük bir dal parçasıyla kapalı. Büyük delikli budaktan su doldurmak için yatığı hafif yere doğru eğiyorsun ama su akmıyor. Çünkü içine hava girmesi lazımmış. Diğer budaktaki dalı da çıkarmak gerekiyormuş. Yatık oldukça ağır. Tek parça ağaç kadar sağlam duruyor. Elimle vurup çıkan sesi dinliyorum. “At oğlum onu yere” diyor. Yüzüne bakıp “Olmaz dedem, atmayayım” diyorum. Elimden alıp gülerek yere atıyor yatığı. Yatık sekerek duvara doğru gidiyor. “Bir şeycik olmaz buna” diyor. Ağaç parçalarını gergi ile öyle sıkıştırmış ki, bütün parçalar birbirine girip tek parça kadar sağlam olmuş.

NASIL YAPILIR?

Gelin size nasıl yapıldığını göstereyim diyor. Can kulağı ile dinliyoruz:

“Yatık, çam ağacından yapılır. Sıkıştırma yaptığımızdan ağacın hem sağlam, hem de biraz yumuşak olması lazım ki birbirine iyi geçsin parçalar. Bu da en iyi çam ağacından olur. Ben yatık yaparken makine kullanmam. Bir tane ağaç getiririm ormandan. Onu önce testereyle kesip kısaltırım. Sonra keser ile parçalara ayırırım. Bu parçalar ne çok geniş, ne çok dar olur. Sonra o parçaların kıymıklarını sıyırgı ile sıyırıp düzleştiririm. Parçaların genişliğine göre bazen 20, bazen 25 parça ağaç lazım olur. Sonra onları kalıba dizerim. Yatığın üst tarafına iki tane budaklı parça koyarım. Bu budakların içini oyar ibrik yaparım. Bu iki budağın arasına çam değil ardıç koyarım. Su doldurmak için yatığı her eğdiğinde su bu ardıca değer. Ardıç belli belirsiz hoş bir tat verir suya. Sonra tamamlanan çemberin yanlarına gelir sıra. Yatığın ortası yuvarlak olduğu için pergel ile ölçerim. Sonra tekparça ağaçtan ölçtüğüm kadar kısmı testere ile keserim. Kestiğim parçanın kenarına oluk açarım ki sıkınca tüm parçalar birbirine girsin. Sonra gergi ile gerdirip sıkı tutsun diye sac şeritini sıkarım. Üstüne tutacağını, altına devrilmesin diye dayanağını yaptım mı gövde bitti demektir. Bundan sonra kıyısını, bucağını törpülerim ki eline alanın eline kıygı batmasın. En son dışına vernik sürerim uzun yıllar sapasağlam kalsın diye.”

SUYU EKSİK ETMEMEK GEREK…

Bekir dede yatığın nasıl yapıldığını anlatırken neredeyse bir yatığı bitiriyordu. Her anlattığını uygulamalı olarak gösterdi bize. Bir yatığın yapımı ortalama bir gün sürüyormuş. Haftada 6-7 yatık yapar isteyenlere satarmış. İçine su koymazsan bir ömür gider bu diyor. “İçine bir kere su koyarsan bir daha suyunu hiç eksik etmemen lazım… Öyle yaparsan da bir ömür gider. Aksi halde suyu yiyip kuruduktan sonra çekme yapar, kenarlardan akıtma yapar.”

Elinde yapılmış iki adet yatık vardı. İkisini de aldım. Birinden su içip, diğerini süs olarak kullanmaya karar verdim. Daha önce hiç yatık görmemiştim. Yaptığım araştırmalara göre de muhtemelen göremeyeceğim. Bir mesleğin, daha doğrusu bir el sanatının yitip gidiyor olması oldukça üzücü gelmişti. Bazı meslekler kaybolup gitmeye mahkum oluyorlar. Çünkü devir değişiyor, teknoloji ilerliyordu. Ama el sanatlarının hazır nesnelere mağlup olup gitmesi, hele ki el emeğiyle üretilen ürünlerin yerini makinaların seri üretimine tercih edilişi daha da acıydı. Daha önce adını bile duymadığımız bir sürü el sanatı unutulup gitmişti.

Büyük olasılıkla ‘Yatık’ üretimi de yakın zamanda sona erecektir. Biz en azından bunu kayda alıp sizlere sunabildik. Umarız bu meslekler, bu ustalar zaman içinde eski itibarlarını geri kazanabilirler.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.